DENGBEJ’İN NE DEMEK OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?
Diyarbakır Yahoo Gurubunun üyesiyim. Birisi kalktı dedi ki: “29 Ekim tatilinde hem tanışalım, hem de Diyarbakır’da gezip tanıyalım”. Çok önceden kararlaştırıldığı için, vaktimi ayarladım, kalktım gittim. İlginçtir, guruptan kimseyi tanımıyorum, sadece birkaçının gurupta sık sık yazdıkları için isimlerini biliyorum, o kadar!
Herkes aynı otelde kaldığı için hemen tanıştık tabii. Sanki kırk yıldır birbirimizi biliyoruz! Bir samimiyet, bir samimiyet ancak o kadar olur... Tüm organizasyonu Diyarbakır’da oturan Edip Paçal yaptı. Bize otel buldu, yer ayırdı, tek tek herkesle ilgilendi.
Diyarbakır’a defalarca gittim, iyi de gezdim, biraz biliyorum. Bu sefer, gurubun aynı zamanda üyesi olan ve Diyarbakır üzerine yazılar yazan Sayın Mehmet Mercan’ın rehberliğinde gezdik. Mehmet Bey, gazetecidir, biz oradayken meslek hayatının 60. Yılını kutladı, darısı gazeteci olmaktan memnun olan herkesin başına...
Surlar, Diyarbakır’ı diğer kentlerden özellikle ayıran bir yapı. Mehmet Bey’in dediğine göre, eskiden gece surların kapıları kapandımı, artık kimse içeri giremiyor, gelen sabahı beklemek zorunda. Sabah olunca da ancak hamama gidip, temizlendikten sonra surların içerisine alınıyor, herhangi bir salgın hastalık gelmesin diye alınmış bir tedbir.
Surların etrafında gezerken, her haliyle muhteşem bir tarih barındırdığını görüyorsunuz. Maalesef bugüne kadar konu ile ilgili herhangi bir çalışma yapılmamış. Dağ kapı semtinin bulunduğu yerde, bir ara surların dibini kazmışlar, üç metre aşağıya inmelerine rağmen, temele ulaşamamış, vazgeçmişler.
Yerli halkın “küçe” dediği sokaklar pek güzel... Çok güzel evler var ve hemen hepsi restore ediliyor. Birisi kulağıma fısıldadı, bu güzel evlerin hepsi Ermenilerden kalmaymış... Gelgelelim, güzel, otantik küçelerin her tarafı pis! Tam siz yürüken, bilmiyorum hangi evden, sokağın tepesine isabet eden borusundan muhtemelen pis su akıyor, çocuklar da onun tam altında oynuyorlar. Son derece kötü bir manzara yani... Bir tarafta müthiş bir Güneydoğu, hatta Mezopotamya görtüntüsü, diğer tarafta çöp ve pis sulardan oluşan ilkel manzara... Buna bir de kapkaç ekleyince durumun vaziyeti daha da bozuluyor. Nitekim o küçelerde gezerken, guruptan bir arkadaşın telefonunu almak istediler, direnince telefon yere düşüp, kırıldı. Bir başka olayda ise, fotoğraf çekerken hanımlardan birinin telefonunu alıp kaçtılar. Bütün bu dediklerim saniyerle oldu... Her iki vakada da birkaç saniye önce ben vardım yanlarında ve olayların nasıl olduğunu bile kavrayamadım.
Bu sokaklardan birinin içindeki bir eve götürdüler bizi ve orada “Dengbej” olarak isimlendiren, sözlü tarih/hikaye anlatan insanlarla tanıştık. Bu insanların hepsinin elinde tesbih... Bir taraftan halk üzerinde etki bırakmış bir olayı anlatıyorlar, diğer taraftan hızlı hızlı tesbih çekiyorlar. Dengbej evinde 6 ayrı hikaye anlatıcıdan hikaye dinledik. Yalnız, Kürtçe olduğu için anlamadım. Hafızamda Barak’ta gördüğüm bu tür insanların anlattıkları hikayeler geldi, onlarla bağ kurmaya çalıştım. Muhtemeldir ki aynı hikayeleri anlatıyorlar! Böyle bir geleneğin Belediye eliyle devam ettirilmesi ne güzel bir düşünce...
Dengbej evinde Diyarbakır Külünçesi ile Diyarbakır peyniri yedik, pek sevdim. Külünçe portföyüme bir yenisini eklemekten de müthiş zevk aldım. Baharatı hazırlamayı biliyorum artık, Silva bana yapılmasını öğretecek.
Surlarda ki burçlarda gezerken, sık sık dışarı bakıp, Diyarbakır’ı etraflıca saran bahçe ve tarlaları gördük. Artık sonbahar olduğu için de bazı ağaçlar renk değiştirmişlerdi ve pek güzeldiler. Yollarda arabalarda kavun gördüm, Diyarbakırlılara “bu kavun güzelmidir, bir özelliği var mı?”diye sordum. Kavunların hiçbir özelliği yokmuş, sadece bu mevsim olgunlaştıkları için şimdi satılıyorlarmış.
Diyarbakır’ın her tarafında müthiş restorasyon sürüyor. Bunlardan birisi de İçkale’de bulunan meşhur Diyarbakır Cezaevi idi. Orası, tüm çevresiyle restore ediliyor ve bitince muhteşem bir komplex olacak herhalde...
Bir sonraki yazıda insanları, yemekleri ve güvercinleri yazacağım.