GÖZÜ DOYMAYANLARA PİSAGOR KADEHİ…
Beyaz peynirin çok güzeli ile Amerika’da tanıştım! Evinde kaldığım pek zarif evsahibim, önce beni alışverişe götürdü. Depo gibi bir markette –işletenler sanıyorum Ermeni idi- çeşitli beyaz peynirler, örgü peynir, zeytin çeşitleri ve başka yiyecekler vardı. Beyaz peynirin bu kadar güzel ve lezzetlisine rastlayınca hayret ettiğimi hatırlıyorum. Ev sahibim, kendisinin de bu tür peyniri beğenerek yediğini ve beni götürdüğü markettten sık sık alışveriş ettiğini söylemişti. Beyaz peynirin iyisi, yağlı ama deliksiz olmalıymış. Sert olunca da kolayca dilimlenebiliyor. Dünya’da beyaz peynire verilen isim: Feta... Feta, Yunanca dilim demekmiş zaten.
Ben yetişirken, annem, Maarif’deki Ticaret Odası Binasının altındaki Cahit Altınöz’ün şarküterisinden “Edirne peyniri” alırdı. Edirne peyniri lafı zaman içerisinde unutuldu, “beyaz peynir” oldu.
Bütün bunları, Rodos’ta rastladığım fevkalade güzel beyaz peynirler için yazdım. Nitekim, orada zaman zaman rastladığım Türk turistler, bol bol beyaz peynir alıyorlardı. Beyaz, sert, deliksiz, çok tuzlu olmayan nefis beyaz peynirler vardı Rodos’ta. Kim kimden etkilendi fazla bilmiyorum, ama şimdilerde peynirli salatalar pek moda oldu... Marul salatasının üzerine parçalar halinde konulan da genelde beyaz peynir oluyor. Rodos’ta yediğimiz bütün marul salatalarının üzerinde küçük küplere kesilmiş beyaz peynir vardı.
Eskiden Antep’te çeşitli fırınlar vardı ve nohut mayası ile peksimet yaparlardı. Benim hatırladığım, İnönü Caddesi üzerindeki Yeni Fırın, yakın zamana kadar geleneksel peksimet üretti. Caddeden geçerken dikkatle baktığımda, ne Yeni Fırını görüyorum, ne de peksimetleri...Paximadi/beksimet/paksamitis için, bugün kullandığımız isim peksimet. Kelime, Eski Yunanca, iki kez pişmiş asker ekmeği demek... Uzun yola çıkanların, savaşa giden askerlerin yanısıra deniz seferlerine gidenler de sıkça kullanıyor peksimeti. Yunan Adalarında halen geniş bir peksimet kültür var. Marketlerde o kadar çeşitli peksimetler var ki, ambalajları birbirlerine benzemiyor. Yunanca harflerle yazıldığı için üzerlerini okuyamıyorum, ancak ambalajlarından ayırabiliyorum. Hepsinin lezzeti ayrı... Benim favorim ise, küçük ve zeytinyağlı olanı... Yemesi o kadar zevkli ki anlatamam. Girit göçmeni Sevgili Özlemaki bana öğretecek peksimet yapmasını. Tabii, nohut mayası ile değil, normal maya ile yapacağım. Önce normal maya kullanarak yapayım, sonra nohut mayasını denerim. Rodos’ta o kadar çeşit peksimeti görünce pek sevindim. Ne iyi bu kültürü devam ettiriyorlar...
Diane Kochilas, Yunanlı Amerikalı bir yemek yazarı. Onun “Adalar Mutfakları” konusunda yazdıklarını okudum, gayet güzel ve basit yazmış... “.....Çiğ sebze çeşidi sınırlıdır, baklagil sınırlıdır, farklı yeşil otlar vardır, balık ve daha çok keçi ve kuzu olan et mevcuttur. Ancak, çeşitleri sınırlı olsada bu çiğ sebzeler müthiş ve çok sayıda yemeğe konuk olurlar. Ev hanımlarının pratik zekaları, yemek pişirmedeki becerileri bize mevsime göre kullanılmış sebzelere saygı duymayı öğretir.”
Gitmeden önce kendime proğram yapmıştım... Yunan Adalarında mutlaka deniz ürünleri yiyecektim. Zira, okuduklarıma göre ahtapotu, midye gibi deniz kabuklularını çok güzel hazırlıyorlardı. Gerçekten de öyle... Midye, herhalde şimdiye kadar yediğimin en iyisiydi... Sordum, beyaz şarapla pişirdiğini söyledi. Ben de deneyeceğim. Ahtapotu Kos Adasındaki Fatma Hanım müthiş yapmıştı. Ona da sordum, “biz öyle terbiye, marine filan yapmıyoruz, denizden çıktığı gibi haliyle ızgara ediyoruz” demişti. Fotoğrafta gördüğünüz yerde “sarımsaklı ekmek” müthişti. Kızarmış ekmeğin üzerine sarımsaklı tereyağı sürülerek yapılıyor, çok kıvamında ve güzeldi sarımsağı ve tereyağı. Kılıç balığı gayet lezzetliydi. Yalnız yanında, parmak patates servis etmelerini biraz garipsedim... Parmak patates o kadar moda oldu ki, ülkemizdeki kahvaltılarda boy göstermeye başladı. Köylerdeki kahvaltılarda bile parmak patates var artık.
Rodos’un en büyük özelliklerinden birisi, tam anlamıyla bir çömlek cenneti olması. Çeşitli çömlek dükkanlarında harika çömlek kaplar satılıyor. O kadar güzeller ki, çömlekten yapılmış tabakları bulaşık makinasına bile koyabiliyorsunuz. O kadar sağlam ve boyaları kalıcı yani. İlk başta gittiğim çömlek dükkanında şahane parçalar vardı, ama çok pahalıydı. Eşimi kırmamak için almadım, ama aklım kaldı... Sonraki gün tavsiye üzerine gittiğimiz dükkanda da çok güzel şeyler vardı ve yarı fiyatından aşağı idi... Bu dükkanlarda satılan Pisagor kadehi, benim için ilgi odağı oldu. Resimde görüyorsunuz... Kadehi normal, ya da az doldurursanız problem yok! Ama, aç gözlülük eder de çok doldurursanız, tüm içecek boşalıyor ve elinizde sadece kadeh kalıyor. Pisagor ne güzel ders veriyor bize!