GELENEKSEL MEYHANECİLİK RUM İŞİ….
Kavala Selanik’e 170 km uzaklığında şirin mi şirin bir Doğu Akdeniz kenti... Balkan savaşında, Mübadele yıllarında çok önemli rol oynamış, sakin hoş bir liman.
Kavala’ya otoyoldan ulaştık. Her sefer geçişte 2.40 Avro ödedik. Bir yol üzerinde iki kez geçmek zorundasınız, böylece varıncaya kadar 4.80 Avro vermek zorunda kaldık.
Kasabaya girince keşfetmek üzere, arabayı bir yere bırakıp, çiçek dolu balkonları ve etrafı seyrederken genç bir çift gördüm. Eşim hemen, “Affedersiniz, bize yemek yiyebileceğimi bir yer tavsiye edebilir misiniz?” dedi onlara. Genç adam, büyük bir nezaketle. “Ben Atina’da oturuyorum, buraya Annemi ziyarete geldim, hemen anneme sorayım” dedi. Annesine telefon etti, iki restoran tavsiyesi aldık böylece. Sonra ben genç adamla sohbet etmek istedim, ne iş yaptığını sordum. “Bilgisayar Mühendisiyim, büyük bir firmada sorumlu olarak çalışıyorum” dedi. İngilizcesinin mükemmel olduğunu, bize çok dostça cevaplar verdiğini yazmadan geçmek istemiyorum.
Tavsiyeyi alınca restoranı bulmak üzere sahile indik, arabayı uygun bir yere bırakıp yürümeye başladık. Yürürken kalenin de süslediği limanı seyrettim, baktım bir yerlerden mis gibi kokular geliyor. Kafamı o yöne çevirince bir sürü yeni açmakta olan manolya ağacı gördüm, kokuyu içime çeke çeke yürümeye devam ettim. Bu arada aynı bizde olduğu gibi kordon boyunda pek çok restoran gördüm. Tavsiye edilen “Güzel Midilli” restoranı limanın en ucunda idi ve en kalabalık restoran orasıydı. Ben yaklaşınca sahibi hemen dışarı gelip, “buyrun hoşgeldiniz” dedi. Bizim için hemen bir masa ayarlayıp, temiz örtüler açtılar ve siparişimizi almak üzere bir mönü verdiler. Ben, salata, beyaz peynir, atom fasulyesinden pilaki, çiroz, ahtapot, kalamar, midye pilavı ve şimdi hatırlamadığım birkaç şey daha ısmarladım. Eşim, araba kullanacağı için rakı içmedik, birayı tercih ettik. Burada rakı olayını size biraz anlatmak lazım. Girit ve civarındaki adalarda Çikudia ismini verdikleri bir rakı çeşidi var, onu sek içiyorlar. Bana çok sert geldi, ama Türk rakısı içen birçok insan Çikudia’yı severek içiyorlar. Gelelim, Selanik ve Kavala bölgesine, burada ise “Çipura” ismini verdikleri bir rakı çeşidi var, shot bardaklarda sek içiliyor. Tam tahmin ettiğiniz, balık çipura ile aynı kelime, rakı-balık oradan geliyor herhalde. Biz, araba kullanmak zorunda olduğumuz için Çipura macerasına atılmadık, gurbet elde Avro olarak ceza vermek pek acı birşey olsa gerek! Çipura denemeyi, yayan yürüdüğümüz veya taksiye binebildiğimiz bir sefere bırakmayı tercih ettik. Selanik gezimiz boyunca buz gibi bardaklarda bira içtik, onu da paylaştık, böylece bize müsade edilen miktardan daha az alkol almış olduk, içimiz rahat hareket ettik.
Güzel Midilli restoranında neler yedik? Önce bir salata ile beyaz peynir ısmarladım. Salata ve beyaz peynir harika idi. Sonra, şu kocaman fasulyelerden yapılan pilakiyi yedim. Ona Yunanlılar, “atom” veya “bomba” fasulye de diyorlar. Efendim, pilaki Yunanca bir kelime, manası “düz” demek. Pilakiler genellikle çok sulu olmadıkları için düz tabaklarda servis yapılabiliyor. Güzel Midilli restoranda değidim pilaki, şimdiye kadar yediğimin en iyisiydi herhalde... Orta Anadolu’nun bir kısmında ve Karadeniz bölgesinde “pileki” denilen şey ise çömlekten yapılmış saca verilen isimdir. Sofra dergisinin bir sayısında Eskişehir, Mihaliç, Sorkun’da pileki imalatına dair oldukça uzun bir yazı yazmıştım. Sevgili Musa Dağdeviren’de Yemek ve Kültür Dergisinin son iki sayısında Karadeniz bölgesinde imal edilen pilekiler hakkında faydalı bilgiler veriyor, okumanızı tavsiye ederim. Pileki yani çömlekten yapılmış sacın üzerinde pişen ekmek, çok lezzetli oluyor, ihbar etmiş olayım. Diyeceksiniz ki, “ha demir sac olmuş, ha çömlek sac ne fark eder?” Hayır, öyle değil çok fark ediyor. Pilekinin üzerinde daha ziyade mayalı ekmek pişiriyorlar ve nasıl lezzetli olduğunu anlamak için yemek gerekiyor!
Konuyu dağıtmadan geri Güzel Midilli restorana döneyim. Çiroz, balık kurusudur. Benim ülkemde artık kaybolmış bir gelenektir. Orası Kavala olduğu için bu gelenek kaybolmamıştı ve çok lezzetliydi. Evet, ben Antepli, yani kara çocuğu olduğum için deniz ürünlerini sevmeme rağmen; çiroz, ançuez, lakerda gibi işlem görmüş deniz ürünlerine hiç merakım yok! Kavala’da bir kere daha anladım ki, bu ürünleri sevmememin nedeni lezzetsiz veya ağır oldukları içinmiş! Aslında hakkıyla yapılırsa harika lezzetli şeyler...
Ahtapot, Kos adasında yediğim gibiydi, pek beğendim. Kalamar, küçük balıklardan yapılmıştı ve her bir balık bir porsiyondu severek yedim. Midye pilav da pek güzeldi...
Antep’te ne güzel bir deyim vardır: “Ekmeği ekmekçiye ver, iki ekmek de üste ver.” -Geleneksel Antep’de ekmek satılan fırına “ekmekci” denilir.- Bu deyim kısaca “işi ehline ver” demektir. Efendim maruzatım şu: bu geleneksel meyhanecilik Rum vatandaşların işi... Geleneksel mezeleri de, balıkları da, her türlü deniz ürününü de daha iyi yapıyorlar. Sırf keyif için Selanik’e, Kavala’ya gitmeyi değer. Fiyatlar bizden daha pahalı değil! Sadece Avro farkı var. Otoyol fiyatını onun için yazdım. Türkiye’de de aynı mesafe için 2.40 TL ödüyoruz. Orada para birimi Avro olduğu için 2.40 Avro alıyorlar.
Kavala’da şahane bir su kemeri var, pek de güzel onarmışlar... Hemen altında da Konstantinapol, yani İstanbul 460 km yazıyor. Pek hoşuma gitti. Böylece Yunanca İstanbul’un Konstantinapol olarak isimlendirildiğini de belgelemiş olduk. Kavala kurabiyesi de pek ünlü... En iyisini yiyebilmemiz için eşim, Kavala’nın 15 km dışında bir pastaneye götürdü bizi. Tadınca “aaaa ben bunu daha önce yedim” dedim. Eşim, “doğru, Edirne’de yedik” dedi. En a 30 dakika süre ile Edirne’de Kavala kurabiyesi yapan yerin adını düşündük. Sonra bulduk: Keçecizade... Gerçekten çok güzel yapıyor kurabiyeyi Keçecizade, bravo! Diğer ürünleri de pek başarılıdır.
Selanik’de en çok beğendiğim yerlerden birisi Bizans ve Arkeoloji müzeleri idi. Aslında neredeyse bir günün yarısını Bizans müzesine ayırdım, yetmedi! Selanik’e gidinceye kadar da bu kentin önemli bir Bizans yerleşimi olduğunun farkında değildim. Modern müzecilik anlayışıyla ziyaretçilere Bizans’daki günlük yaşamı anlatıyorlar... Aman birşey kaçırmamayayım, hepsini anlayayım deyince, aşırı dikkat, konsantrasyon sonucu iki saatın sonunda başım ağrımaya ve birşey anlamamaya başladım. Dışarı çıkıp, müzedeki kafeteryaya oturup birşeyler yiyip, içip geri döndüm. Eski dikkatimi yeniden kazandığımı fark ettim. Ama doğrusu o müzeyi en az bir kez daha ziyaret etmek isterim. Ne acıdır, İstanbul, Bizans’ın başkenti ve tek başına bir Bizans müzesi yok! Çünkü, Bizansın bu topraklarda yaşadığı kabul edilmiyor galiba...
Çok sayıda bilim insanı, senelerce çalışıp, Bizans’ta günlük yaşamı anlatan kalınca bir kitap hazırlamışlar. Onu satın aldım, biraz okuyunca çok faydalanacağımı anladım. O konuda ayrıca yazmak istiyorum. Müzeyi gezerken dikkatimi çekti, koyun kemiğinden elde edilen “aşık” ve “zar” ile doluydu raflar. Biliyorsunuz her ikisi de kumar aracı ve çok çeşitli oyunlar oyanıyor her ikisiyle de. Antep’de oynanan aşık oyunlarını Cemil Cahit Güzelbey yazmış, demek aşık ve zar oyunları çok eski bir gelenek...