Reşad Ekrem Koçu'dan alıntılar...

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Reşad Ekrem Koçu, İstanbul tarihini yazan en sevimli insan herhalde... 1905-1975 yılları arasında İstanbul’da yaşamış. Kendisi tarih hocası olduğu için, konuları gayet iyi biliyor ve en önemlisi de bildiklerini kağıda dökebiliyor. Ben de zevkle okuyorum. Yazdığı kitapların hepsi yeniden basıldı. Yine kendisi tarafından yazılan İstanbul ansiklopedisi ise 11. ciltte, g harfinin ortasında maddi yetersizlik nedeniyle son buldu. Bugüne kadar da eseri tamamlayacak birisi çıkmadı.


“Tarihte İstanbul Esnafı” Koçu’nun yazdığı kitaplardan birisi. Büyük ilgi ile okuduğum için sizinle paylaşmak istedim.
Önce, sözlükten de alıntı yaparak esnafı tarif ediyor Koçu: “Düzgün sınıflara ayrılmış, sanatkarlar, dükkancılar...” “Esnaf diye, dükkanda bizzat üreten veya öteberi satan kişiye denir” diyor.
Koçu’nun yazdığına göre Osmanlı döneminde ticaret ve zanaatla uğraşmak, dükkan açmak ve bir şey imal etmek için atölye kurmak serbest değilmiş. “Gedik”* denilen bir sınırlama varmış. Her türlü esnaf ve zanaat erbabı 17. Yüzyılın sonralarına kadar” tariki fütüvvet” denilen mertlik, yiğitlik tarikatı ile “tariki hirfe”t denilen zanaat yolu, zanaat tarikatı gibi topluluklar kurmuşlar. 18. Yüzyılda ise “esnaf loncaları” bu toplulukların yerini almış.
Koçu’nun yazdığına göre, Ortaçağ’dan kalma gedik usulüne göre, 18. Yüzyılda İstanbul’da 200 terlikçi dükkanı vardır. Yeni bir terlikçi dükkanı olarak 201. dükkan açılamayacağı gibi, sayı, 199’a da inemez. Ayrıca, mevcut dükkanlar yer de değiştiremezlerdi. Aksaray’daki bir terlikçi, Taksime’e taşınamazdı.
Her esnaflığın bir piri vardı. Yani, ilk kim, Peygamberimiz döneminde o mesleği icra etmişse, o adam, o mesleğin piri sayılırdı. Özellikle Müslüman dükkanlarında pirin ismi, genellikle bir beyit halinde güzel bir yere asılırdı.
Tuzcuların piri, Kabe’yi inşa ederken kerpicine tuz kattığı için Hz. İbrahim sayılmıştı. Macun satanların piri Ubeyd Attar; ekmekçilerin piri, cennetten dünyaya indiğinde ekmekle karnını doyuran Hz. Adem’di.
Yüzyıllar boyunca esnaf tarik-loncalarının elinde, üyeleri tarafından vakfedilmiş pek çok mal eşya, o arada bilhassa sini, lenger, kazan, tencere, sahan, tava, güğüm, ibrik, sitil, tas, maşrapa bakır mutfak ve sofra takımları birikmişti. Bunlar piknik eğlencelerinde kullanıldıktan başka, İstanbul halkına evlenme ve sünnet düğünü ziyafetleri için, küçük bir bedel karşışığı kiraya da verilir ve o suretle lonca sandığına bir gelir sağlanırdı. Esnafın, hatta Saray düğünlerinde bile mutfak ve sofra takımları kiraladıkları olmuştur.


Kanuni Sultan Süleyman’ın babası Yavuz Sultan Selim’in yönlendirmesiyle kuyumculuk mesleğini öğrendiğini yine Reşad Ekrem Koçu’dan öğreniyoruz. Kanuni, kuyumcular tarikine 10 bin sahan 500 kazan ve tencere, kap kacak vakfetmiş. Koçu, Evliya Çelebi’nin yazdığı bu bağış olayının muhtemelen rakamlar bazında çok abartılı olduğunu yazdıktan sonra, esnaf zümrelerinden biri adına yapılmış vakıflara güzel bir örnek olduğunu yazmış.
Koçu’nun kıyafetler konusunda yazdıkları da ilginç: Tanzimat’tan önceki toplum hayatımızda, imparatorluk halkı kıyafetleri gereği, bir bakışta müslüman veya gayrimüslim olarak bir bakışta ayırt edilebilirdi.


İmparatorluğun Müslüman tebaası da askeriye, mülkiye, ilmiye ve esnaf-avam olarak ayrılmıştı. Sadece isimde değil, kıyafet nizamnameleriyle de, herkes mensup olduğu sınıfın kılığında dolaşmaya mecburdu.
1776 da I. Abdülhamid devrindeki bir nizamnameye dikkatimizi çekmiş Reşad Ekrem Koçu:
Uşak, hademe takımı, esnaf ve zanaat erbabı bir zamandan beri devlet adamlarının giydikleri çeşitli kürkler, çiçekli kaftan ve entariler giymeye başlamışlardır. Esnaf ve zanaat erbabı, kazandıkları para süslerine yetmediğinden işlerinde hile, madrabazlık, vurgunculuk yollarına sapmışlardır. Uşak ve hademe makulesi de para için hizmetinde bulundukları kimseleri taciz eder olmuşlardır. Bundan böyle o makulelerin samur, kakum, vaşak kürkler, Hint malı çiçekli kumaşlardan entariler giymesi, Hint şalı kuşak kuşanması yasaktır. O makuleler, İstanbul şalisi, Ankara şalisi, Bursa kutnusu ve Şam alacası kumaşlardan esvap giyecekler ve Hama kuşağı saracaklardır”.


1803 de, III. Selim devrinde başka bir nizamname var:
Bir müddetten beri yine sefahat düşkünlüğü başladı, giyim kuşamda herkes haddini aştı. Bundan böyle esnaftan ve halkdan olan kimseler, kendileri için tespit edilmiş kumaşlardan gayri kumaştan esvap yaptırmayacaklardır. Herkes eskiden beri sınıfının kıyafeti ne ise o kılıkta olacaktır. Bir kimsenin esnaftan ve halkdan olduğu kıyafetinden derhal anlaşılacaktır.
3 Kasım 1839 da ilan edilen Gülhane Fermanı ile kıyafet zorunluluğu kalkmış, Devlet üniforması hariç, isteyen istediğini giyer olmuştu.
Eski teşkilatı içinde esnafın dini tarikatlarla yakın münasebetleri vardı. Ustalar, kalfalar bir şeyh tarafından yönlendirilir, onlar da çıraklarını terbiye ederlerdi. Bu etki altında eski Türk-Müslüman esnafta “doğruluk” ve “kazanç hakkına kanaat” iki büyük meziyet olarak yerleşmişti.
Zanaat erbabı imalatını, istenilen aranılan vasıflarına uygun olarak yapardı. Ticaret ehli de tartı ve ölçüde hilesiz ve ancak meşru karını alarak satardı. Yüzyıllar boyunca esnaf arasından bu ahlak prensiplerine uymayanlar olmuştur, o gibiler de her esnaf zümresinden evvela kendi loncaları tarafından hükümete ihbar edlir, takip edilir ve cezalandırılırdı.




*Gedik, dükkan ya da kahve kiralarken verilen para anlamına da gelmektedir. Ayrıca Gaziantep’te köyün veya çiftliğin dörtte biri demektir. Oğuzelinde 320 dekarlık alan anlamına da gelmektedir. Derleme sözlüğü
Bir işi yapmak, bir yerden yararlanmak için verilen hak, yetki. Türkçe sözlük
Eskiden esnafa, bir sanat veya ticaret yapmak için verilen hak, yetki, patent Okyanus Ansiklopedik Sözlük

Reşad Ekrem Koçu'dan alıntılar...