ROSTOV

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Meriç Tuncer, ODTÜ mezunu, birkaç lisan bilen, iki çocuklu ideal bir eş, bir anne... Onunla yolumuz, bakır merakı nedeniyle kesişti. Kendisine meraklı, kaliteli bir bakırcı arıyordu, ben de Oktay Aykanat’ı tavsiye ettim. Defalarca yazıştık sonra da görüştük. Eşi Kaan Bey’in görevi nedeniyle Doğu Karadeniz üzerindeki Rostov’da yaşıyorlardı. İstanbul’a geldiğinde misafirim oldu. Kendisi Rostov’a döndükten sonra da ben onun misafiri oldum!
Kaan Tuncer, Rostov’daki Efes bira fabrikasının her türlü sorumlu müdürü. Kaan Bey’den aldığım bilgiye göre, Efes biranın ait olduğu Anadolu gurubu, Rusya’ya ilk yatırımı Coca Cola ile fabrikaları ile yapmış. Daha sonra şartlar değişmiş, Coca Cola’yı Rusya’da bırakmışlar ve fabrikaları Efes bira fabrikasına çevirmişler. Kendilerine göre iyi bir pazarları var, diğer Orta Asya ülkelerine yayılmak için de yoğun bir çalışma içindeler.
Doğu’ya ve Ortadoğu’ya giden bütün uçaklar gece geç saatte kalkıyorlar. Dönüşleri de doğal olarak sabahın çok erken saatında oluyor. Biz de işte öyle gecenin geç bir saatında uçtuk Rostov’a... Doğu Karadeniz zaman dilimi itibariyle Türkiye saatından bir saat ilerde... O nedenle, Rostov’a ulaştığımız da saat sabahın ikisi, dışarı çıktığımızda da zaten üçü filan olmuştu... Ve Meriç-Kaan Tuncer çifti bizi kapıda bekliyorlardı... Hem çok sevindim, hem de müthiş utandım! Düşünebiliyor musunuz, sabahın çok erken bir saatinde, hiç bilmediğiniz bir ülkede sizi içtenlikle karşılayan, sevecen, samimi bir çift...
Tuncer çifti, dünyalar güzeli Kerem ve Lara isimli iki çocuklarıyla Efes fabrikasının içindeki misafirhanede yaşıyorlar. Biz de Türker’le orada kaldık. Bahçede kocaman söğüt ağaçları, ceviz ağacı filan var, fabrika şahane bir kampus üzerinde kurulmuş anlayacağınız. Misafirhanenin altındaki salonlar sosyal amaçlı düzenlenmiş. Bilardo, langırt ve Kaan Bey’e ait, projeksiyonlu tv ve tabii biraların durduğu ideal soğuklukta buzdolabı var! Ben, futbola meraklı değilim, ama futbol maçını projeksiyonla duvarda seyretmek müthiş bir şey... Kaan Bey zaten, “burası tiribün, seyrederken keyf alacaksınız” demişti.
Meriç Hanım bize çok güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Anladığım kadarı ile Rus kahvaltısı, Avrupa gibi... Tatlı veya tuzlu bir çörekle, kahve, çaydan oluşuyor. Meriç Hanım’ın söylediğine göre, kahvaltıda kurutulmuş tuzlu balık da yiyorlarmış! Hiç bana göre değil! Biliyorsunuz son zamanlarda ülkemizde bu kahvaltı işi aldı başını gitti. Vatan caddesi üzerindeki Akdeniz Hatay Sofrası 150 çeşit kahvaltı seçeneği ile rekor kırdı galiba... Evet, ben geri Meriç Hanım’ın kahvaltısına döneyim. Baktım, yufka ekmek ve Hataylıların “Halep ekmeği” dedikleri, bizim kübban ekmek var. “Bu nasıl oldu?” dedim. Anladım ki, Rusya’nın etnik yapısı gereği çok uluslu bir memleket olduğundan bize pek sempatik ve hoş gelen bu tür yiyecekleri bulmak hiç de zor değil... Ruslar, pek sebze yememelerine rağmen, domatesle ve salatalıkla araları çok iyi. Pazarda da gördüm pembe domates bile var... Peynirlerin bir kısmı ithal ama, Ruslara ait ilginç süt mamülleri de var. Özellikle ekşimik denilen, çiğ sütün oda sıcaklığında bekletilerek kestirilmesinden elde edilen peynir çok lezzetli... Kaymak ve sütten yapılan çok sayıda yiyecek var, severek yiyebilirsiniz.
Rostov, Rusca “Poctob” yazılıyor... Krill alfabesinde 33 harf var, öğrenmek biraz zaman alıyor, ama öğrendikten sonra bilmece çözer gibi kelimeleri anlamaya çalışmak pek keyifli... Şehrin orjinal ismi Don nehri üzerindeki Rostov.... Karadeniz’in kuzey doğusunda, bizim Azak dediğimiz ama orjinal ismi Azov olan denize dökülen Don nehrinin tam üzerinde... Haritaya bakarsanız müthiş bir coğrafya olduğunu fark edersiniz... Heryer yemyeşil... Müzede gördüm, hayvan ve bitki çeşitliliği açısından çok zengin. Don nehrinin Karadeniz’e, Azov denizine kökülen ağzı çok müsait olduğu için yüzyıllar öncesi Yunan ve Cenevizlilerin dikkatini çekmiş, buraya ticaret kolonileri kurmuşlar. O ticaret halen devam ediyor... Don nehri üzerinde sayısız yük gemisi seyrediyor. Nehrin yatağı müsait olduğu için koskocaman yük gemileri Don nenri boyunca taa içerlere kadar gidebiliyorlar.
Şehrin asıl halkı, Kozok dedikleri Kazaklar... Bugün, Kazakistan’da yaşayan halkla ilgisi yokmuş, Kozokların... Osmanlı İmparatorluğu’da yayılma döneminde 1642’de Azov kalesini işgal etmiş. Nitekim, o işgalden kalan top ve başka eşyalar müzede sergileniyor. Rostov, Çarlık döneminde üst düzey yöneticilerin yazı geçirdikleri bir yer olarak pek popüler olmuş. 262 sene önce, bir Rus generalin soyismine atfen “Rostov” adı ile kurulmuş. Biz oradayken, ana caddeleri trafiğe kapatıp, kuruluş gününü coşku ile kutluyorlardı. Ana cadde de uygun yere kocaman bir sahne kurulmuş, Rus halklarının temsil edildiği çeşitli folklor gösterileri gördük ,şarkılar dinledik pek hoştu. Birkaç tanesini görebilmeniz için fotoğrafladım da.
Rusya, çok zengin bir ülke. Kominist devirden kalma, olağanüstü güzel binalar var ama bakımsız! O nedenle köhne görünüyorlar. Rus ırkı, güzel insanlardan oluşuyor. Cadde de gördüğünüz kadınlar, sanki o akşam düğüne gidiyor gibi giyinmişler. Fiziken çok güzeller, uzun boylu, incecikler, giyimleri çok şık, bir de ayaklarında 12 pondluk ince topuklu ayakkabılar, pek zarif duruyorlar. Şaka değil, o topuklu ayakkabılarla da bayağı mesafeler yürüyorlar, alışmışlar herhalde. Meriç Hanım’ın dediğine göre, çok da okuyan insanlarmış. Bana, cadde boyunca çok sayıda kitapçı dükkanı gösterdi. Ancak, ülke hiç turistik değil. Gezmek için mutlaka Rusça bilmek gerekiyor. Meriç Hanım ve Kaan Bey, ders alarak kendilerini idare edecek kadar Rusça öğrenmişler. Onlar olmasa, biz zaten gezemezdik de, yaşayamazdık da herhalde! Okulda İngilizce öğreniyorlarmış ama, pratik yapmadıkları için, bizim konuştuğumuzu da anlamayıp, kendiler de cevap veremiyorlar.
Ruslar da bizdeki gibi hafta sonu evleniyorlar! Lenin’in heykelinin bulunduğu Azov limanına yakın bir mesire yerine gittik. O kadar çok gelin ve kadar süslü arabalar vardı ki hangi yöne bakacağımı şaşırdım! Galiba bir günde on tane filan gelin-damat görüp, kendi rekorumu kırdım. Gelinlerden birisi ile de fotoğraf çektirdim. Meriç Hanım Türkiye’den geldiğimizi söyleyince pek iltifat etti. Fotoğrafda görüyorsunuz, damadın elinde bir silah ve ağzında puro var! Silaha filan aynı bizim gibi pek meraklılar, bölgenin özelliği olsa gerek herhalde! Havaya silah sıkmak filan anladığım kadarı ile Rusya’da da var. Sıkı durun! Kaan Bey bizi, bırakınız silah sıkmayı, parasını verdiğinizde sizin şerefinize top atılan bir restorana götürdü, gelecek yazıda da ondan bahsedeyim!


ROSTOV