Buna sorumlu gazetecilik denemez…
Son zamanda pek Türkiye’de görülmediği için Cumhuriyet gazetesi merak etmiş ve onu İtalya’nın Bologna kentinde bulmuş.
Bilal Erdoğan bu kentte başlayıp da yarım bıraktığı doktora çalışmasını tamamlamaya çalışıyor.
Muhabir, Erdoğan’ın evini tespit etmek ve görüntülemek için ödediği bir verginin kaydından Bologna Belediyesi’nden bilgi almaya çalışıyor. Özel hayatın gizliliği ilkesi gereği istediği bilgilere ulaşamıyor. Başka diğer kanalları da deniyor, başarılı olamıyor. Son durak olarak doktora yaptığı John Hopkins Üniversitesi Bologna Kampusu’na gidiyor. Burada, Erdoğan’ın doktora yaptığı Avrupa ve Avrasya Çalışmaları bölümü direktörü Profesörü Erik Jones’la görüşüyor.
Jones, Bilal Erdoğan ile ilgili sorulara doğrudan yanıt vermekten kaçınıyor, çalıştığı kurumun kuralları gereği herhangi bir öğrenciyle ilgili yorum yapamayacağını söylüyor.
Muhabir daha sonra işin boyutunu değiştiriyor, derin sorulara geçiyor, Bilal Erdoğan’ın silahlı güvenlik görevlileri eşliğinde İtalya’ya geldiği iddiasını vurgulayarak, üniversiteye de bu şekilde gelip gelmediğini soruyor!
Haberin daha fazlasına tahammül edemedim, ancak bu kadarını özellikle köşeme aldım. Çünkü olayları tek taraflı değerlendirmememiz lazım.
Genç bir insan yarım bıraktığı doktorasını tamamlamak üzere İtalya’daki okuluna dönüyor. Bir gazeteci de arkasından gelip oturduğu evi, okulunu, silahla gelip gelmediğini araştırıyor.
Ben bunu insan haklarına aykırı nitelendiriyorum. İşi husumete vardırıp, genç adamın ve ailesinin hayatını tehikeye atmanın ne kadar zalimce bir davranış olduğunu düşünüyorum. Bu adresler tespit edilip, resim de eklenip yayınlanırsa ve bu genç insanın başına bir şey gelirse bunun sorumlusu kim olacak?
Bunu yapanlar eleştiri haklarını kaybederler, “Siz de aynısını, hatta daha beterini yapmadınız mı?” denir!
Cumhurbaşkanı’nın oğlunu Avrupa’da adım adım takip etmek, adresini ve resimlerini yayınlamak sorumlu gazetecilik olamaz.
Bunu yapanlar yanlış yapıyor, sonucuna ama bütün millet katlanıyor.
Cumhurbaşkanı ile bizzat uğraşmak yerine neden oğlu hedef seçiliyor ki!
Haklı iken haksız duruma düşmek, işte buna denir.
Almanlar korkuyor çünkü duvar yıkıldı!..
Alman Devlet Televizyonu 1. Kanalı ARD, Başbakan Angela Merkel’i kara çarşafa soktu.
Merkel’in mülteci krizindeki tutumunu eleştirmek amacıyla, fotomontajla Merkel’e kara çarşaf giydiren ARD, mülteci akınına uğrayan Almanya’nın gelecekte kendi değerlerini kaybedeceğine vurgu yaptı.
‘Bericht aus Berlin’ adlı programda mülteci krizini irdeleyen moderatör Rainald Becker, arka fonda kara çarşaflı Merkel ve onun da arkasında Alman Parlamentosu’nu minare ve hilallerle gösteren bir grafik eşliğinde, ”Gerçekten başaracak mıyız, yoksa baş edemeyecek miyiz? Başarırsak bizim değerlerimiz ne olacak. Hayatımız gelecekte nasıl olacak. Mülteciler kadın hakları, eşitlik, düşünce özgürlüğü ve basın özgürlüğü konusunda sıkıntı yaşarsa nasıl davranacağız” sorularını sorup, “Bu sorular toplumda korku yaratıyor” ifadelerini kullandı.
Yalnız Almanya değil, bütün Avrupa ülkeleri korku içerisinde.
Mültecileri alsalar bir dert, almasalar daha büyük dert.
Olaylar da genişleme trendi gösteriyor. Rusya’nın derdi IŞİD değil, Esad’ı korumak ve bölgeye yerleşmek.
Hani Mehmet Ağar söylediydi ya, “Bir tuğla çekersek duvar yıkılır!..”
İşte aynen öyle, Ortadoğu’nun tuğlasını çektik, yıkılıyor, daha da yıkılacak!..
Rusya ile papaz olmak üzereyiz!..
Rusya bulanık suda balık avlamaya çalışıyor.
Ekonomisi iyice daraldı. Uluslararası hukuku tanımayan bir görüntü sergiliyor.
Petrol ve doğalgaz fiyatının dramatik düşmesi, ana gelirinin bunlar olması, Rusya’yı derinden etkiledi. Yatırımlar durdu, halkın yaşam kalitesi düşmeye başlayınca eleştiriler yoğunlaştı, dolayısiyle hoşnutsuzluk arttı.
Bu durum nasıl düzelir?
Petrol ve doğalgaz fiyatlarının en az iki sene daha bu düzeyde kalacağı çeşitli kaynaklar tarafından kaydedilmişti.
Bu fiyatlar kısa zamanda ne olurda birden fırlar?
Aklınıza geliyor olabilir de, “Ağzımızı hayıra açalım” diye seslendirmeyebilirsiniz. Bu nedenle ben yazayım: Savaş, savaş…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Belçika temasları kapsamında Başbakan Charles Michel ile bir araya geldi. Ortak basın toplantısında konuşan Erdoğan, Rus jetlerinin Türkiye sınırını ihlâl etmesine ilişkin “Bunu kabullenmek Türkiye’ye yakışmaz” vurgusu yaparak, "NATO’nun da sert bir ültimatomu oldu. Buna sabretmemiz mümkün değil. Arzu etmediğimiz bazı adımlar atılmaktadır. Türkiye’ye yapılmış olan, NATO’ya da yapılmıştır. Rusya’yla ilişkilerimiz ortadadır. Ama bizi kaybederler. Rusya Türkiye'yi kaybederse çok şey kaybeder" dedi.
Dün Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal’ın, "Bugün Türk Hava Kuvvetleri aslında savaşıyor. Hem orta çaplı bir savaşın ötesinde hem de iki cephede savaşıyor" demesi ilginç değil mi? Bu cümleyi Hava Harp Okulu’nun kuruluşunun 64. yıldönümü töreninde sarfetti.
Hava fena halde ısınıyor!
Rus televizyonunda bölgenin hava durumunu bir savaş uçağı görüntüsünün önünde sunan sunucu bile bakın hava raporunu nasıl sunuyor:
“Suriye’de hava hafif parçalı bulutlu. Hafif bulutlar uçuşu zorlaştırmayacağı gibi güdümlü silah sistemlerini de etkilemez. Bombalama için operasyon zamanı iyi seçilmiş, her şey mükemmel!”
Bu arada Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Anatoliy Antonov’un demeci de fevkalade incitici:
“Rusya Genelkurmay Başkanlığı, dileyen her devletle ve öncelikle de Türkiye ile Suriye konusunda çalışma grubu oluşturulmasına hazırdır. Türkiye Savunma Bakanlığı yetkililerini Moskova’da ağırlamaktan memnuniyet duyacağız.”
Sınırımızı ihlal edenler, gelin görüşelim diye bizi ayaklarına çağırıyor!..
Dün yazmıştım; “Büyük ülkelerle ilişkiler ayı ile yatağa girmeye benzer” diye…