Enerji kaynaklarını elinde tutan, dünyayı elinde tutar
İstikrarsızlık, istihbaratsızlık canımıza okuyor.
Hep acıyan gözlerle baktığımız Suriye’ye ve Irak’a benzemeye başladık.
İnsanlar tedirgin ve çaresiz.
Sokaklar, AVM’ler, lokantalar, eğlence yerleri sakinleşiyor.
Çocuklarını okula gönderen aileler Allah’a emanet ediyorlar.
Huzursuzluk had seviyede.
Gelecek için hepimiz kaygılıyız.
Suriye’den gelen mültecilerin 5’inci yılı doldu.
Bunlar geri dönerler mi?
Bu sorunun en güzel yanıtını Bakan Başkan vermişti: Almanya’ya, Avrupa’ya giden bizimkiler döndü mü?
Yanıt bu kadar net!
Bizimkiler Almanya’ya neden gittiler?
1945 yılında II. Dünya Savaşı bittiğinde Köln’e gelen Japonlar’ın, “Bırakın yeni şehir kurmayı, siz bu enkazı 60’lı yıllara kadar ancak kaldırırsınız” demesinin üzerinden 15 yıl sonra mucizevi Alman kalkınması insan kaynağına ihtiyaç duydu. En uygun kaynakta Türkiye’de bulundu ve bizimkiler Sirkeci garından parti parti uğurlandılar.
Her şey planlıydı.
Geri dönmeyecekleri biliniyordu. Bunu iyi bilenlerden birisi de bendim, çünkü 70’li yılların başında orada okudum.
Yabancı insan kaynağının, Almanya’ya getirdiği kadar, hatta daha fazlasını götürdüğü bilinen bir gerçek.
Bizim Almanya’ya gönderdiğimiz vatandaş sayımız 3 milyondu. Şu anda ülkemizdeki mevcut mülteci sayısı da buna denk.
Gidenler planlıydı da gelenler plansız mı?
Asla değil!
Gidenlerin planı açık ve seçikti, ama gelenlerin planı karanlık! Bilinmeyen çok şey var. Daha doğrusu bilinen de bizim bilmediğimiz!..
Ortadoğu ve daha birçok bölgedeki kaosu enerji savaşlarından bağımsız ele almak mümkün değil. Türkiye de bu savaşların tam merkezinde yer alıyor. Şu gerçeği hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekir:
“Enerji, her şeydir! Enerji kaynaklarını, transfer olanaklarını elinde tutan, dünyayı elinde tutar.” (Necdet Pamir, Enerjinin İktidarı kitabını hararetle tavsiye ederim.)
Bunu güçlendirmek ve tam olarak anlaşılması için ABD Başkanı Barack Obama’nın yorumunu da eklemeliyim:
"Enerji kaynaklarını kontrol edemeyen bir ulus, kendi geleceğini de kontrol edemez."
İşte olay bu kadar basit ve net!
Olayları bu bilgiler ışığında değerlendirirsek; sondan başlayarak Ruslar’ın kısmi geri çekilmesini, Türkiye’nin güneyindeki PYD koridorunu, İran-ABD ambargo anlaşmasını, Mısır’daki Sisi darbesini, Suriye’nin parçalanmasını, I. ve II. Körfez Savaşlarıyla Irak’ın işgalini, İran-Irak savaşını, daha iyi kavrayabiliriz.
Dünyada tüketilen petrolün ve enerjinin yüzde 20’sini ABD tek başına tüketiyor. ABD’nin dünya ölçeğinde rezervi yüzde 3. (Kayagazı ile yüzde 9’a çıktı. A.T.) Yüzde 3 rezervi var yüzde 20’sini tüketiyor. Avrupa yüzde 18’ini tüketiyor. Dünya petrolünün Irak yüzde 10’unu, Ortadoğu yüzde 48’ini üretiyor. Üstelik bu kadar da değil. Bölgede çıkarılan petrolün bir varilinin maliyeti 8-10 dolar civarında. ABD’ye, Kuzey Denizi’ne, Rusya’ya fark atmış durumda. Burayı rahat bırakırlar mı? (Enerjinin İktidarı kitabından)
Bir de Türkiye’nin enerji tüketimine bakalım. En çok hangi ülkelere bağımlı, kimlerle enerji alışverişi yapıyoruz? Rusya, İran, Irak.
Peki bu ülkelerle rahat mıyız?
Enerjideki bağımlılık öyle böyle değil. Doğalgazda yüzde 55 Rusya, yüzde 18 İran, toplamda yüzde 73. Petrol yüzde 32 Irak, yüzde 30 İran, petrol ürünlerini de dahil edersen yüzde 16 Rusya.
Biz bu imajımızı nasıl düzelteceğiz?
Bütün Türkiye devlet desteği ile kalkınırken, Gaziantepliler kendi göbeklerini kendileri kesti.
Çoğu kente devlet fabrika kurarken Gaziantep ıska geçildi.
Belki kaçakçılık da yapılıyor ama, sonuç itibariyle hepsi yatırıma dönüşüyor.
Ticaretin ve sanayinin yanısıra Zeugma’yla birlikte Gaziantep kültürel anlamda Türkiye ve dünya ile entegre oldu.
Mutfak zenginliğimizin de katkısıyla turistik bir kent olduk.
Dünyadaki yeme-içme trendinin yükselmesi bize de yaradı. Türkiye’nin en önemli, dünyanın da sayılı gastronomi kentlerinden birisi konumundayız.
Adımızı bir taraftan sanayimizle, ihracatımızla, kültürel zenginlerimizle duyururken, diğer taraftan da, inisiyatifimiz dışında, terörün koordinasyon merkezi olduk.
Birbuçuk miyon nüfuslu bir metropole 500 bin yabancı getirip, “Artık birlikte yaşayacaksınız” derseniz, kente girip çıkanı kontrol edemezseniz, kimin kim olduğu belli olmazsa, bu Ortadoğu bataklığının etkisinden kurtulmanız mümkün olur mu?
Taksim patlamasının sorumlusunun Mehmet Öztürk isimli bir Antepli olduğu açıklandı.
Diğer patlamalarda da planlamada veya bir şekilde rolümüz ve adımız eksilmiyor!
Gerçek Gaziantep, ülkesinin bağımsızlığı için kahramanca savaşmış, binlerce şehit vermiştir.
Böyle tarihi bir kentin terörle anılması, Anteplileri kahretmektedir.
Geçen hafta terör endişesi nedeniyle kapanan İstanbul’daki Alman Konsolosluğu’nun önündeki araç sırf Gaziantep plakalı olduğu için özel tedbir alınarak vinçle uzaklaştırıldı. Yani, trafik plakamız bile insanları korkutuyor!
Gaziantep bunu hak edecek ne yaptı?
Biz mi getirdik, bu kadar mülteciyi bu şehre?
Bu konu çok önemli. Yarın işler düzelirse (!) eski itibarımıza hemen kavuşmamızı beklemek biraz hayalcilik gibi geliyor bana…
Gaziantep, belki bir milenyumda veya bir asırda diyelim, biriktirdiğini 3-5 senede kaybediyor, farkında mısınız?
Bütün bunları bir Kırgız atasözüne atfen söylüyorum: Zamanında söylenmeyen söz yetimdir.