Al Capone’ı hatırlayın!..
Birkaç gün önce iki büyük bomba patladı.
Birisi Brüksel’de! Avrupa’nın kalbinde.
Diğeri Miami’de, İran ve Türkiye’nin kalbinde...
Önce İran...
Dostumuzun adını nasıl yazmamı istersiniz?
İran pasaportuyla Reza Zarrap mı? İçişleri Bakanlığı’ndan aldığı Türk pasaportundaki adıyla Rıza Sarraf mı?
Evet, kimlik tespitinden sonra olaylara geçelim. Uzatmadan kısaca anlatacağım.
Amerikan ambargosu nedeniyle İran petrolünü yasal yollardan satamıyordu. Bizim de petrole ihtiyacımız vardı. Aldığımız petrolün parasını bir bankaya yatırıyorduk. Ondan sonrası Rıza Bey’in sorumluluğu altındaydı. O da bu paraları bir şekilde, örneğin altın olarak, İran’a transfer ediyordu.
Bunlar kolay işler değil! Transferler sırasında yardımcı olanlar ödüllendiriliyordu. Bu işler dünyanın her tarafında aynı yolu izler. Yani, yadırganacak bir şey yok.
17-25 Aralık’ta bir takım olaylar oldu. İşbirlikçiler ihbarcılık yaptı, Rıza Bey’in biraz başı ağrıdı ama sonunda tatlıya bağlandı.
Daha sonra İran ile Amerika anlaştı ve ambargo büyük ölçüde kalktı.
Ülkesini 30 yıl ambargodan sonra tekrar dünyaya döndüren İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, hem kendi ülkesinde, hem de bütün dünyada büyük prestij kazandı.
İran’ın neoconları yani şahinleri Ahmedinejat’ın etrafında toplanarak tehlikeli muhalefet yapmaya başladılar.
Miami’ye gidelim...
Kızını Disneyland’e (!) götürmek için eşi Ebru Gündeş ile Miami’ye gelen Rıza Bey tutuklandı.
Meğerse (!) ünlü savcı Preet Bharara’ın elinde daha önce hazırlanmış 21 sayfalık Rıza Bey ile ilgili iddianame varmış!
Buna göre Rıza Bey, İran ambargosunun ‘etrafından dolanarak’ ABD bankalarına para göndermekle, ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit etmekle suçlanıyor. Daha başka şeyler de var, toplam 75 sene içeriye girmesi gerekiyor!
Yani, İran ile nükleer anlaşma imzalayıp barış mesajları veren ABD yönetiminin İran’a ambargoyu deldi diye Türk pasaportlu bir işadamını sahtekarlık ve kara para suçlamalarıyla içeri atması bana pek mantıklı gelmedi!..
İstanbul’a gidiyoruz…
Rıza Bey’in patronu, ortağı Bebek Zencani’nin Tahran’da yargılandıktan sonra idama mahkum olması Sarraf’ın hayatını derinden etkilemişti. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu. Basında sık sık Rıza Bey’in eşinden ayrılacağını ve tüm varlığını satarak başka bir ülkeye yerleşeceğini yazıyordu.
Açıkçası öldürülmekten çok koruyordu. O’nu koruyan güç O’nu mafyaya teslim etmişti. Geçmişin izlerinin silinmesi için ortadan kaldırılması gerekiyordu. Mafyaya da ensesindeydi. Para vermekten yorulmuştu!
Çıkış yolu arıyordu. Birileri akıl verdi.
New York’a uzanıyoruz...
Ünlü savcı Bharara, Rıza Bey’e 75 yıllık hapishane cezasıyla birlikte bir de seçenek sunacak:
“Konuş, öt, bütün bildiklerini anlat. Söylediklerin işimize yararsa ve doğrulukları da kanıtlanırsa az bir ceza alırsın, onu da paraya çevirir seni bırakırız. Sana yeni bir kimlik veririz, istersen yüzünü değiştirecek ameliyatı da yaptırırız. Servetinin büyük kısmı ile geri kalan hayatını yaşarsın. Düşün ve kararını ver.”
Rıza Bey’in düşünecek pek bir şeyi yok. Her şey belli ve yazılı metin haline getirilmiş durumda. Bütün yapacağı şey yazılı metni kamera karşısında okumak.
Böylece hem kelleyi, hem de ortağı Bebek Zencani’yi kurtaracak.
Tahran’a gidiyoruz...
Hasan Ruhani durumdan çok memnun. Rıza Bey’in itirafları Ahmedinejat ve çetesini bir daha dışarı çıkmamak üzere içeri tıkacak nitelikte.
Amerika da memnun. Hasan Ruhani’yle çalışmaları daha da etkinleşecek.
“İsrail’i haritadan silmek lazım” diyen Ahmedinejat’tan böylece herkes kurtulmuş olacak. Söylemeye gerek var mı? Aslan payı Obama’nın olacak. Çünkü o ikinci döneminde İran ve Küba krizlerini halletme sözü vermişti. Sözünde duruyor.
Türkiye’ye dönüyoruz...
Rıza Bey’in numarası anlaşıldı. Çocuğu Disneyland’e götürüyoruz ayağı ile kapağı ABD’ye attığı iyice belli oldu.
Şimdi ne olacak?
Ne kadar ötecek?
Kimleri suçlayacak?
Benim yorumum, kimlerin ne ile suçlanacağını Amerika belirledi.
Yabancı basında bunlarla ilgili çok net yorumlar var. Korkunç suçlamaları, henüz iddia halindeyken yazmak yanlış olur.
Yazımın başlığına gelince...
Al Capone, Amerika’yı birbirine kattı. Yemediği nane kalmadı. Bütün ülkeyi bıktırdı, illallah dedirtti.
Ama herkes o kadar korkuyordu ki, kimse sesini çıkaramıyordu, ne isterse veriyorlardı.
Çok güçlü avukatları vardı. Onu her seferinde mahkum olmaktan kurtarıyorlardı.
Sonunda Al Capone içeri girdi ve içeride de öldü.
Nasıl, hangi suçlama ile içeri girdi, biliyor musunuz?
Defterlerini iyi tutmadığı, vergisini ödemediği için para yüzünden mahkum oldu.
Brüksel’deki patlama ile Miami patlaması arasında bir ilişki, bağlantı var mı derseniz, kalpten kalbe bir yol olabileceğini düşündüğümü söylemeliyim.