Mutluluk Anı
Bir adam ülkenin en zenginiymiş. Binlerce dönüm arazisi, binlerce dükkanı, çalışanları, hizmetçileri, harika bir malikanesi varmış. Satın alınabilecek her şeyi alma gücüne sahipmiş. Bir süre sonra hayatın anlamsız olduğunu düşünmeye başlamış. Çünkü satın alınabilecek şeyler artık ona çok anlamsız geliyormuş.
Yeni bir arsa aldığı zaman artık hiçbir mutluluk hissetmiyormuş. Sadece satın alınamayacak şeyler onun için bir anlam ifade etmeye başlamış. Bu durum karşısında çok büyük bir hayal kırıklığı yaşıyormuş. Milyonlarca insan, onun yerinde olmak için can atıyormuş ama o çok mutsuzmuş.
Bir gün en değerli elmaslarını, zümrütlerini bir torbaya doldurmuş. Kendisine kıymetli bir şey, mutluluk anını verebilecek kişiyi bulmak için yola çıkmış.
Çünkü malikanesinde ölü bir adama dönüşmüş. En değerli taşlarla dolu olan torbasını elinde taşıyormuş ve bir öğretmenden diğerine, bir üstattan bir başkasına gidiyormuş. Ama hiçbirisi ona azıcıkta olsa mutluluk anını veremiyormuş.
Adam azıcık mutluluk anı için bütün servetini vermeye hazırmış. Sonunda sakin bir kasabaya gelmiş. Kendisine mutluluk anını verebilecek birisinin olup olmadığını sormuş.
Orada yaşayan halk kendisine nehir kenarında yaşayan bir dervişin, mistiğin yardımcı olabileceğini söylemişler. Adam dervişin olduğu yere doğru yol almış. Sonunda ağacın altında oturan nehri seyreden dervişi bulmuş. Elindeki kıymetli taşların olduğu torbayı ağacın bir dalına asmış ve dervişin yanına oturmuş. Durumu dervişe anlatmış. Eğer kendisine mutluluk anını verebilirse bütün servetini vermeye hazır olduğunu söylemiş.
Adamın sözü bitince derviş aniden yağa kalkmış ve dalda asılı olan torbayı kaptığı gibi koşmaya başlamış. Adam büyük bir şaşkınlık yaşamış, ama hemen dervişin peşinden ağlayarak, bağırarak koşmaya başlamış.
Derviş kasabayı çok iyi bildiğinden kasabanın sokaklarında dolaşıp durmuş.
Adam koşmaktan ve ağlamaktan helak olmuş. Çünkü bütün serveti elinden gitmiş. Adam “Bütün servetim elimden gitti. Ben artı fakir birisiyim. Dilenci oldum” diye ağlıyormuş. Derviş koşa koşa oturduğu ağacın altına geri gelmiş. Torbayı dala yeniden asmış ve ağacın arkasına saklanmış.
Dervişin peşinden koşan bitkin adam, ağacın altına gelince torbasının asılı olduğunu görmüş. Hemen onu kucaklamış. Gözlerinin içi gülüyormuş. Mutluluktan ağlıyormuş. Çalınan elmaslarına yeniden kavuştuğu için içi neşe ile dolmuş.
Bu sırada derviş ağacın arkasından başını uzatarak “Şimdi mutlu oldun mu? Bir an için mutlu musun?” demiş. Mutluluk gözyaşlarını silen adam “Şu anda dünyada benden daha mutlu bir insan yoktur. Çok mutluyum” demiş.
Aslında değişen bir şey yoktu. Adam aynıydı, torba aynıydı, derviş aynıydı. Ne oldu da adam mutlu oldu? Mutlu olmak için öncelikle mutsuzluğu yaşamanız gerekir. Çünkü her şey zıddı ile bilinir ve yaşanır.
Eğer zirveye çıkmak istiyorsanız önce bir vadiden geçmeniz gerekir. 15 dakika önce dünyanın en mutsuz insanı iken, torbasına kavuşunca dünyanın en mutlu insanı oldu. Değişen tek şey zıtlığı yaşamasıydı. Önce torbayı kaybetti. Yokluğa düştü. Onu bulunca mutluluk geldi. Sürekli, acıkmadan yemek yiyen birisi mutlu olamaz. Çünkü zıtlık gerçekleşmemiştir.
Onu bir gün boyunca aç bırakın ve sonra önüne yemek koyun. O yemeği yerken öylesine mutlu olur ki, şaşırırsınız. Hani bir deyim vardır. “Allah sevdiği kuluna önce eşeği kaybettirip sonra buldururmuş” derler. Çocuğunuz kaybolduğunda dünyanın en mutsuz insanı olursunuz. Ama onu birkaç dakika sonra bulunca sizden mutlusu yoktur.
Mutluluğu yakalamanız için bazen mutsuzluğu yaşamalısınız. Şöhreti yakalayan bir çok ünlünün sonunda intihara gitmesinin temelindeki şeylerden birisi de budur.
Maddi olarak bir çok şeye sahip oldukları için mutluluğun zıddını yaşamıyorlar.
Yokluk hissetmeyen birisi de mutlu olamadığı için bir süre sonra kendini ve hayatını anlamsız görmeye başlar. Sonunda da intihar ile bu boşluğu, anlamsızlığı doldurmaya çalışır.
Hasta insan sağlığın, hapisteki özgürlüğün, fakir zenginliğin kıymetini bu zıtlıktan dolayı anlar ve bilir.