YAZI YAZMAK, SUDA YÜZMEK VE SOFRA DÜZMEK...

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Şakir Sabri Yener’i okumayı bırakamıyorum. Birkaç gün önce de kendi hayatını yazdığı “İncilipınar/Gaziantep’in yakın geçmişinden hatıralar” kitabını aldım. Dayı Ahmet Ağa’a ait Yona köyünde öğretmenlik yaptığı için Ağa hakkında çok bilgiye sahip. Okuyup, etkilendiklerimden bir özet yapmak istedim. Özetlerken Şakir Sabri’nin dili hoşuma gittiğinden onu kullanmayı yeğledim:
Dayı Ahmet Ağa, ancak mektubunu yazacak kadar bir okur yazardır. Ama pratik olarak yetişmiş bir siyasi, bir operatör, bir doktor, bir mühendis bir müzisyen, bir çiftçi, bir politikacı idi. Esasen kendisi Savcılı Aşireti reislerindendir ve kudretli şairimiz Zeki Savcı’nın da öz amcasıdır. Fakat aşiret reisi deyince aklımıza her hangi bir köylü kıyafetli, çakşırlı poturlu, veya sarıklı, cübbeli ağa gelmesin! O, vücutça çok yakışıklı ve entari devrinde bile ceket, pantolon, yaka, kravat yakıştırmakta mahir bir medeniydi. Memlekete gelen en büyük misafirler, paşalar, vezirler, vekiller hep, memleket namına ona misaifr edilirdi. Kendisi de bundan çok zevk alır ve şeref bilirdi. Gerek çiftliği gerek Antep evi mobilyaları ve alafranga sofra takımları hiç bir eşrafın evinde yoktu. Her şeyi göz kamaştırıcıydı. Verdiği alafranga ziyafetler, memleketin yüzünü ağartırdı.
Dayı Ahmet Ağa güzel kanun ve org, piyano çalar, güzel bina planları yapar, güzel yara sarar ve tedaviler yapardı. Çiftliğindeki bütün çiftlik aletleri moderndi. Modern ziraatçilikte memlekete örnekti. Asıl oturduğu Yona köyü çiftliğinde mükemmel bir tamir atölyesi, mükemmel bir kütüphanesi vardı. Tarihe çok meraklıydı. Yona’da ayrıca ekmek fırını, iyi bir hamamı, güzel güvercinleri vardı.
Yani Yona güzel bir yerdi, yaşamak için.
Çok kereler Meclis-i İdare üyeliğinde Umumi meclis, daimi komisyon üyeliklerinde bulunmuş pratik bir hükümet adamıydı. O zaman, Vilayet olarak Halep’e bağlı olduğumuz için Dayı orada hem Encümen-i Daimi azası, hem de Antebin Hak-ku hakikat müdafii idi.
Çok nüktedan olan Ağa, bulunduğu meclislerde kendini dinletir ve espirileriyle insanları güldürürdü. Ağanın bazı vecizeleri vardı:
-Üç kuvvetten çok korkarım: Allahtan, hükümetten ve fitne fesat yapan münafıktan...
-Üç şey büyük marifettir: Yazı yazmak, suda yüzmek ve sofra düzmek...
Dayı, Yona’da yatılı bir okul açarak Padişahdan bir Mecidi Nişanı almıştı. Göğsünde iftaharla taşırdı. O zman bu nişan çok az kimseye nasip olurdu. Onun böyle eğitime gönül verip sevmesinde o dönemde Halep Valisi olan Abdülhalk Renda’nın büyük rölü vardı. Girişken kişiliği ile zamanın Yıldırım orduları başkumandanı olan menzili Halepte bulunan Mustafa Kemal Paşa da onu çok sever ve takdir ederdi.
Yona’da çalışırken Şakir Sabri, çocuğu olmayan Ağa’yı ikna ederek iki çiftliğini Milli Eğitime bağışlatmayı başarmıştır.
“Bir gün köydeki konağının penceresi önünde oturmuş kurutulmuş gül ve menekşe yaprakları ile doldurulmuş nargilesini içiyordu. Ben de karşısında minderin üzerinde oturuyordum. Güneş batmak üzere idi. Odanın batıya bakan iki penceresinin panjurlarından sızan gurup güneşi Day’nın alnında gölgeler ve çizgiler resmediyordu. Dayı dalgın ve düşünceli, mavi gözlerini ela ufuklara dikmiş, düşünceli ve manalı etrafı seyrediyordu.
-Niçin üzgünsünüz Dayı Bey? Dedim.
-Çoçuğum olmadığı için ben öldükten sonra bu bağımsız üç çiftliğimin, bu kadar malım mülkümün kime kalacağını merak edip çok üzülüyorum.
-Ağa Hazretleri çocuğunuzun olmaması önemli değil. Bütün milletin evladı sizin sayılmaz mı? Çiftliklerden iki tanesini Milli Eğitim’e bağışlarsınız. Ölümünüzden sonra kıyamete kadar insanlar isminizi anar.
Dayı Ahmet Ağa sözünde durur ve Mıftıkı ile Karburun isimli çiftliklerini Milli Eğitime bağışlar. Özel İdare bağışlanan bu mülkleri satar. Bugün ki Gaziantep Lisesi’nin bahçe duvarlarını ve gerekli tamiratı yaptırır. Oraya da “Dayı Ahmet Ağa Şehir Yatı Mektebi” ismi verilir. Ancak daha sonra okul nakledilir ve Dayı Ahmet Ağa ismi kaybolur. Daha sonraki yıllarda eşi Fatma Hanım (Dr. Ahmet Hurşit Battal’ın ablası) yetkililere büyük serzenişte bulunur. Bunun üzerine ismi merkezdeki önemli bir okula verilir. İsim, senelerce orada kalır. Ancak, yakın zamanda okul yerinin otopark yapılması üzerine Dayı Ahmet Ağa ismi başka bir okulda yaşatılır.
Bu kısmı yine Şakir Sabri Yener, kendi ağzından aktarsın:
Ben Halep’te Öğretmen Okulunda okurken Dayı Ahmet Ağa kendi parası ile Yona’da mükemmel bir yatılı okul yaptırmıştı. 1917 Meclisi Umumi daimi encümeninde Dayı Ahmet Ağa Antebi temsilen üye olarak bulunuyordu. Bu sırada Dayı, ailesi ile birlikte Halep’te oturuyordu. Bu memuriyetinden istifade ederek Yona okulunu yatılı yaptırmış ve formalitesini tamamlamıştı. Ben her Cuma konağa gider, Dayıyı ziyaret ederdim. Halep Öğretmen Okulunu bitireceğime yakın beni de Yona yatılı okuluna müdür tayin ettirdiğini söyledi.
1917 de Yonaya ikinci defa dönüşümde yatılı okul müdürü sıfatıyla gelmiş bulunuyordum.
Yatılı Yona mektebinin resmi adı:Hurşid-i İdare Leyliy Yona Mektebi idi. Resmi mühür yazısı da bu idi. Dayı Ahmet Ağa’nın adı Ahmet Hurşid idi. Hurşid-i İdare sözü de okulun ebcet hesabı ile yatılı olarak yapılması tarihini gösterdiği için verilmişti.
Yatılı okul, elli öğrenciyi okutacak, yedirip yatıracak büyüklükte yapılmıştı. Bina, Dayı Ahmet Ağa’dan, öğrencilerin iaşesi ve personel masrafı devletten temin edilmişti. Okula gelen öğrenciler yataklarını birlikte getirirlerdi. Elbise ve ders levazımı masrafları da yine öğrencilere ait idi. Dayı Ahmet Ağa birer takımlık, çocuklar ve personel için askeri kumaş da temin etmişti. Takım üzerinden sıcağa ve soğuğa karşı korunmak için birer pelerinlik siyah kumaş vardı. Yine askeriyeden yatakların üzerine birer battaniye bedava sağlanmıştı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Halebe ve Derzor’a sürülen Ermeniler’den arta kalan Fransisken Katolik Kilisesinin Bandosunu, Dayı Ahmet Ağa ne yapıp edip, Yona’ya getirtmişti. Bu arada Antep’den tehcire tabii tutulan Cemil ismindeki Ermeni bando öğretmenini de sürdürmedi ve Yona’ya bando öğretmeni olarak tayin ettirdi. Yona’daki okulda bando çalmaya uygun olan çocuklar seçildi ve bando kuruldu. Civar köylerden okula gelmiş olan bu zeki köy çocukları iki ay gibi kısa bir zaman içerisinde bütün aletleri öalmayı öğrendiler. Öğretmen bu konuda çok başarılı olmuştu. Ara sıra Dayı Halep’den köye geleceğini bize bildirirdi. Biz bandoyu çeker, Akçakoyunlu istasyonuna Dayıyı karşılamaya giderdik. Bandonun büyük ilgi toplayan ahenkli nameleri civar köylüleri de istasyona çekerdi. Zira, bando o zamanlar ancak, Enver Paşa veya Alman Fonder Voliç Paşa geleceği zaman çalınırdı. Dayı, trenden iner inmez bando çalmaya başlardı. Dayının sevincine diyecek yoktu. İstasyona biriken köylüleri ve aşiret reislerini bir kral gibi selamlar, bando heyetinin önünden ağır adımlarla ilerler, bizzat kendisinin sürdüğü tek atlı arabasına biner köydeki konağına gelirdi. Dayı bu arabaya o zaman Kut’ül Ammare’de ordumuz tarafından esir edilen meşhur İngiliz orduları komunatı General Townshend’ın* arabası derdi.
Dayı Ahmet Ağa ilkbaharda ailece Yona’da kalırdı. Arzusu üzerine biz bandoyu her sabah güneş doğarken okulun toprak damına çıkarır, hazin havalar çaldırır, Ağayı sabah uykusundan uyandırırdık. Ahengimiz ovayı inletir, musikimizin sesi iki saat güneyimizdeki Akçakoyunlu İstasyonundan rüzgarın uygun olduğu zamanlarda duyulurdu. Hele “Kafkasya dağları çiçekler açar” marşı çalınırken biz de ağlardık. Çünkü hudutlarımızda kan gövdeyi götürüyor, küre kanlı bir topaç gibi ayaklarımızın altında yuvarlanıyordu. Okul bu hava içinde iki ders yılı devam etti.



*Bağdat’ın 170 km Güneyindeki Kut’ül Amare Dicle nehri üzerinde bulunmaktadır. Aralık 1915-Nisan1916 yılları arasında İngilizler tarafından işgal edilmiş, ancak Osmanlı ordusuna yenilmiş ve İngiliz kuvvetlerinin komutanı Charles Vere Ferrers Townshend esir edilip, İstanbul’da Büyükada’ya getirilmiştir. Townshend’ın da bir bandosu bulunmaktaydı.

YAZI YAZMAK, SUDA YÜZMEK VE SOFRA DÜZMEK...