DÜNDEN BUGÜNE İFADE VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ(2)

YAYINLAMA: 07 Şubat 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 06 Şubat 2024 / 18.34

Bir insan düşündüğünü ifade ettiğinde, düşünce özgürlüğünün sınırları geniş tutulmalı, ancak, bir insan düşündüğünü ifade ederken, sorumluluk anlayışı içinde olmalı. Bir insan düşündüğünü ifade ederken, bir başkasına ağır hakaretlerde bulunmamalı, yani haysiyet kırıcı olmamalı, kişilik haklarına saygı göstermeli, şiddet içermemeli, ifade özgürlüğü kapsamında bir başkasına küfür ve iftira da etmemelidir.

Mevlana'nın şu sözü, insanların düşüncesini açıklarken sorumluluk anlayışı için olmalarını en güzel bir şekilde ifade etmektedir:

Ey Can; Kimseyi kırma, sözden ağırı yoktur. Beden çok yükü kaldırır, ama gönül her sözü kaldırmaz."

Basın gerçekleri objektif olarak ele almalı, doğruları ve yanlışları olduğu gibi topluma yansıtmalıdır. Demek istediğim odur ki bir ülkede olan yanlışları, haksızlıkları, hukuka ve yasaya aykırı eylem ve işlemleri dile gidermek suretiyle toplumu aydınlatmalı ve toplumun gerçekleri öğrenmesine yardımcı olmalıdır. Bu bir anlamda basının denetim görevidir. Basın özgür değilse, bu görevine yerine getiremez. Basının özgür olmadığı bir ülkede demokrasi vardır denilemez.

Ancak şu hususu da açıklamam gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ifade ve basın özgürlüğü komsundaki hak ihlalleriyle ilgili kararlarında geniş bir perspektif olduğunu görmekteyiz.

Eleştiri ne kadar ağır olursa olsun, eleştiriye karşı büyük bir hoşgörü vardır. Eleştiride, şahsın kişilik haklarını zedelemiyorsa; eleştiride, ağır hakaret, küfür, iftira ve haysiyet kırıcı sözler yoksa, eleştiriyi ifade ve basın özgürlüğü olarak kabul ediyor. Sonuçta, daha çok tazminat yanlışı bir anlayışı benimsiyor.

Cezalandırma anlayışını hiç ama hiç benimsemiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu anlayışı, ifade ve basın özgürlüğüne verdiği önemden dolayıdır.

Bu yazımın başlığını, ‘Dünden bugüne ifade ve basın özgürlüğü’ olarak yazdım. Nedenine gelince:

Geçmişte, Büyük Şair Nazım Hikmet hakkında soruşturma ve kovuşturma yaparak hapse atarak cezalandırırken, Vatan Haini dedik. Şimdi ise En Büyük Vatan Şairi diyoruz. Aziz Nesin hakkında soruşturma ve kovuşturma yaparak cezalandırdığımızda, ona da Vatan Haini dedik. Oysa Aziz Nesin, mizah alanında çok büyük eserler yazmış ve keyifle kitapları okunan bir yazar.

Hakkında soruşturma ve kovuşturma yaparak hapse attığımız Rıfat Ilgaz'ın senaryolaştırılmış Hababam sınıfını sinemalarda büyük bir keyifle izliyoruz.

Sabahattin Ali’nin yazdığı öykü, şiir ve romanları halen ülkemizde en çok okunan kitaplar arasında yer almakta, Sabahattin Ali'yi de yazdıklarından dolayı hapse attık. Yurt dışına kaçarken onu öldürdük. Cenazesi bile bulunmadı.

Yaşar Kemal’in yazdığı öykü ve romanlar halen en çok okunan kitaplar arasında, onu da hapse attık.

Orhan Kemal, Kemal Tahir, Ahmet Arif, Atilla İlhan, Can Yücel, araştırmacı yazar Uğur Mumcu, aydınlanmacı İlahiyatçı yazar Bahriye Üçok, büyük hukukçu Muammer Aksoy, gazeteci Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç öldürüldüler. İsmini yazamayacağımız kadar şair ve yazarı hapse attık. Eziyet ve işkencelere maruz bıraktık.

Geçmişte, ismini yazdığım ve yazmadığım şairlerimizi, yazarlarımızı hapse attık. Eziyet ve işkence yaptık. Bu yazarlarımızı ve şairlerimize eziyet ve işkence edenler ve hapis cezası ile cezalandırılanlar unutuldular ve hiçbir şekil ve suretle de olsa onlara saygı duyan kimse yok.

Ancak, eziyet ve işkenceye uğrayıp uzun süre cezaevlerinde yatanlar, şiirleriyle ve eserleriyle halen yaşıyorlar. Yaşamaya da devam edecekler. Gelin, geçmişte ifade ve basın özgürlüğü ile ilgili olarak yapılan yanlış ve hatalı uygulamalardan ders çıkaralım. Aynı hata ve yanlışları tekrar etmeyelim. Zira; bu yanlış ve hatalı uygulamaları yaparak insanlara eziyet ve işkence eden ve insanları hapis cezası ile cezalandırılanlar bırakın saygıyı, şimdi nefretle anılmaktadır. Dileğim odur ki ifade ve basın özgürlüğü ile aynı hata ve yanlışı yapanlardan olmayalım?

Bu konuda VOLTAİRE'in iki sözünü hatırlatmakta fayda görüyorum.

"Fikirlerinize katılmıyorum. Ama fikirlerinizi ifade edebilmeniz için canımı bile veririm."

"Hoşgörü Nedir? Hoşgörü, insanlığın bir parçasıdır. Hepimizin hataları ve eksikleri var. Gelin karşılıklı olarak birbirimizin hata ve eksikliklerini bağışlayalım. Çünkü hoşgörü doğanın ilk yasasıdır."

VOLTAİRE’in bu iki sözünün açılımını yaptığımızda, insanlar yaradılış gereği farklı olarak dünyaya gelmiştir. Bir insanın kişiliği ve karakteri bir diğerinin aynısı değildir. Bu itibarla farklı düşünür ve kendini bir diğerinden farklı olarak ifade eder. Hiç kimse, sen şöyle düşün, düşündüklerini şöyle ve böyle ifade et deme hakkına sahip değildir. Bu anlayışa itibar edilmemesi gerekir. Bu anlayış insanları robotlaştırır. İnsanı haysiyetsiz ve kişiliksiz hale getirir. Yapılacak şey, insanların düşündüklerini serbestçe ifade etmesine saygı göstermektir. İnsanların bu özelliğinden dolayı hoşgörülü olmak,hata ve eksiklerinin olduğunu kabul etmektir.

Mahatma Gandhi: "Düşünceye gem vurmak, zihne gem vurmak gibidir. Bu ise rüzgârı zaptetmekten zordur." Rüzgâr şiddetli estiğinde, rüzgârın önüne bir engel koyar etkisini azaltırsın, ancak düşüncenin önüne engel koyarak, bir insanın fikrini ve düşüncesini açıklamasına engel olamazsın!”

Yunus Emre: "Yaradılanı hoş gör, yaradandan ötürü"

Anadolu tasavvuf felsefesinin hümanist anlayışını, insana karşı sevgi ve saygıyı ve de hoşgörüyü en güzel şekilde ifade etmektedir. Anadolu Tasavvuf anlayışı, bir insanın yaptığı yanlışlardan dolayı vicdan muhasebesi yapmasını, yanlış yapmışsa vicdan azabı çekmesini ve rahatsız olmasını sağlar. Demek istediğim o dur ki geçmişte yaptığımız yanlış ve hatalı uygulamalarımızdan dolayı bir vicdan muhasebesi yaparak ders çıkaralım, yaptığımız yanlışları ve hataları tekrar etmeyelim. Anadolu tasavvuf anlayışını yaşamamızdan çıkarmayalım.

Dileğim odur ki İfade ve Basın Özgürlüğü konusunda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda ve Anayasamız ve Anayasa Mahkemesi kararları ışığında, konunun ele alınmasını ve Anadolu Tasavvuf anlayışındaki, hoşgörü ve müsamaha görüşünün ülkemizde hakim olmasını, geçmişte, ifade ve basın özgürlüğü ile ilgili olarak, yazarları, şairleri, fikri ve düşüncesinden dolayı, haksız, hukuksuz olarak yargılayıp mahkûm ettiğimiz, eziyet ve işkenceye maruz bıraktığımız yanlış ve hatalardan ders çıkaralım, gerçek anlamda ifade ve basın özgürlüğünü ülkemizde gerçekleştirelim. Gelin, ifade ve basın özgürlüğü konusunda utanılacak yerde gezmeyelim diyorum.

DÜNDEN BUGÜNE İFADE VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ(2)
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *