İNCE ZEKAYA SAHİP ANTEPLİLER....
Gaziantep’in Bey Mahallesi’nde gezerken, Amerikan Hastanesi’ne giden yollardan birinin uzun senelerden beri hala yapılmadığını fark ettim. Bugün Kurtuluş Camii olan Meryem Ana Kilisesi’nin arkasında bulunan binalar da yıkılmış. Bu binalar, 1915’ten önce okulmuş. Etraftakilere, “bu binaları kim yıktı?” diye sordum. Büyükşehir Belediyesi yanıtını aldım. Aslen kiliseye ait olan o binaları neden yıktılar anlayamadım. Kilisenin müştemilatı sayılacak binaları yıkarak mı UNESCO’ya aday olundu, onu da bilemedim.
Armen Aroyan’la Bey Mahallesi’nde gezimize devam ediyoruz. Şu günlerde restorasyon çalışmaları devam eden, çocuk müzesi ve İmar ve Şehircilik Koruma Uygulama, Denetim Bürosu’nun şubesi olan binaları inceliyoruz. Armen, burada yanyana sıralanan üç binanın 1800’lerin son çeyreğinde tek bina ve Amerikalılar tarafından açılmış “Kızlar okulu” olduğunu söyledi.
Okul binası öğrenci sayısını karşılamayınca, Amerikan Hastanesi’nin arasından sokak geçen ikinci binasını yaptırıp, okulu oraya taşımışlar. Bina yeterince büyük olduğu için de 1800’lü yılların sonuna doğru Antep’e yatılı kız okulu açmışlar.
Kayacık’ta kalan eski okul binası ise yıkılmış. Yerine üç parsellik bir arsa çıkmış. Bugün Hasan Süzer Müzesi olan bina Karamanukyan ailesi tarafından yaptırılmış. Onun yanında Çocuk müzesi olan evi, Cebeciyan Ailesi inşa ettirmiş. Bugün Koruma Uygulama, Denetim Bürosu olan evi ise, Barsumyan ailesi ev olarak yaptırmış. Karamanukyanlar tüccar ve ihracaatla uğraşırlardı. En fazla ihraç ettikleri ürün, kadınların işlediği “Antep işi” idi. Üzerine Antep nakışı işlenmiş, genellikle Amerika ve İngiltere’den gelen siparişle hazırlanmış örtü veya mendiller bu aile tarafından develerle İskenderun limanına, oradan da gemilerle gideceği yere gönderilirdi. Cebeciyan Ailesi’nden Dr. Robert Cebeciyan ile 2000 yılında Halep’te tanışmıştım. O zaman, 90 küsur yaşında, ağzından çıkan her kelimeyi not ettiğim müthiş bilgili ve çok hoş birisiydi. Antep’in eski resimlerinden oluşan güzel bir koleksiyona ve imrendiğim bir kütüphaneye sahipti. İngilizce konuşuyorduk ama, müthiş Türkçe biliyordu. Hatta, Türkçe uzmanı olacak kadar etimoloji bilgisine sahipti diyebilirim. Ziyaretimden birkaç sene sonra Dr. Cebeciyan vefat etti. Yanlış hatırlamıyorsam, o fotoğraflar ve kütüphanesi, araştırmacıların kullanacağı şekilde halka açık halen muhafaza ediliyor. Antep’de doğduğu evin, restore edilip, çocuk müzesi olması memnun olunacak bir davranış.
Antepli’nin Müslümanı da, Ermenisi de, tanımıyorum ama, Rumu veya Süryanisi de ince bir zekaya sahip. Armen’i ve Dr. Cebeciyan’ı tanıyınca bunu daha iyi anladım. Ciddi ciddi çalışırken Armen, yüzünde muzip bir tebessüm: “Un bitti, din bitti” diyor. Şimdi bu nereden çıktı, filan derken, araya laf giriyor, biz başka birşeyler konuşurken buluyoruz kendimizi. Bu yazıyı yazarken, aklıma takıldı, Armen’e telefon açtım: “Un bitti, din bitti” nin ne demek olduğunu anlıyorum, ama niye söylenmiş bu söz?
Bunu anlatmak için biraz Hristiyanlığın mezhep farklılıklarına girmek gerek. Hristiyanlık ilk yayılırken Ermeniler Ortodoks yani kendilerine verdikleri isimle “Gregoryan.” Katolik mezhebi ise 1800’lü yıllarda Ermeniler arasında yayılmaya başlıyor. Nitekim Antep’te Surp Bedros –asıl ismi Meryem Ana Katolik Kilisesi imiş- Katolik Ermeni Kilisesi ve Kendirli, Latin Katolik Kilisesi bulunuyor. Antepli Gregoryanlar, bazı Ermeniler’in katolik olmalarını bir türlü hazmedemiyorlar. Ve, katoliklerin Ermenileri kendi mezheplerine çekmek için un dağıttıkları da biliniyor. Onun üzerine, “un bitti, din bitti” tekerlemesini söylüyorlar. Gayet net anlaşılıyor değil mi? Un bitince, insanlar mezhep değiştirmekte tereddüt etmiyorlar.
Lafı buraya getirmişken biraz da Protestanlıktan bahsedeyim. Protestanların lideri Luter, İncili kendi anadili olan Almanca olarak okumak isteyince kıyamet kopuyor. İşte o zaman gelen tepkileri protesto ederek Protestanlığı başlatıyor. Zaman içerisinde İngiltere ve dolayısiyle Amerika’da da protestanlık çok yaygınlaşıyor. Antep’e gelen Amerikalı misyonerler de tahmin edeceğiniz gibi Protestan. Amerikalı misyonerler bir taraftan Ermeniler’i Protestan olmaya ikna ederken, diğer yandan hızla çok sayıda okul açıyorlar.
Hatta, Antep’te, dört senelik üniversite eğitimi veren Merkezi Türkiye Koleji’ni de inşa ediyorlar. Bu şekilde eğitilince Ermeniler, lisan bilen, enstrüman çalan, dünyadan haberi olan, kültürlü bireyler haline geliyorlar. Gregoryanlar da Protestanlar’a imrenip, okullar açıyorlar. –Yukarda neden yıkıldığını anlayamadığım Kurtuluş Camii arkasındaki binalar, Antepli Gregoryan Ermeniler’in açtığı okulların binalarıydı- Derken, rekabet kızışıyor ve Antepli Müslümanlar da okullar açıyorlar, ayrıca çocuklarını Merkezi Türkiye Koleji’ne göndermeye başlıyorlar. Bu şekilde Antep, ismi çok duyulan bir eğitim merkezi haline geliyor.
Amerikalı Protestan misyonerlerin Antep’e gelmesi sadece eğitimin çok üst seviyelere gelmesini sağlamıyor. Aynı zamanda ticaretin, zenaatın, tekstilin, kısacası üretimin de artmasına neden oluyor. Hatta, bugün “Antep işi” olarak anılan nakış da bizzat Dr. Fanny Andrews Shepard tarafından, mevcut basit bir motiften esinlenilerek çok çeşitlendirilmiş ve ihraç ürünü haline getirilmiştir.
Bey Mahallesi’nde bulunan yüzlerce taştan yapılmış ev de yine o dönemin ürünüdür. Ermeniler daha önceleri çok mütevazı evlerde oturup, basit bir yaşam sürerken, eğitim seviyesinin yükselmesi, ticaretin artmasıyla refaha erip, taştan yapılmış evler inşa etmeye başlıyorlar.
Bazı Ermeniler o kadar zengin ki, ressamı Antep’e davet edip, evlerinin duvarlarına çeşitli resimler yaptırıyorlar. Bu evlerden birisi, Kara Nazar’ın evi olan bugün Papirus Kafe olarak anılan yer. Duvarlardaki şahane resimler, odalardaki tavan bezemeleri restore edilecek, ama ne zaman?
“Cennet Odası” olarak anılan oda, bir zamanlar fahri İran Konsolosluğu olarak kullanılmış. Bugün, odanın içerisine iskele kurulmuş, öylece duruyor.
Bey Mahallesi’nde gezip de, orada kalmamak olmaz değil mi? Doğu Erdoğan referans oldu, biz de bütün ekip, Hıdıroğlu Konak’ta kaldık. Hıdıroğlu Konağı Kastelbaşı’nda yeni restore edilen bir ev... Butik otel olarak hizmete açılmış. Odalar çok güzel restore edilmiş. Her odanın bir ismi var. Evin bodrum katı kahvaltı için ideal bir alan. Günün uygun saatlarında avluda (hayatta) oturmak müthiş keyifli. Coğrafi konumu nedeniyle gün içerisinde avlunun bir yerleri gölge oluyor, bırakın oturmayı, çalışma bile yapabiliyorsunuz. Anlatamayacağım kadar güzel bir mağarası var. Daha doğrusu, mağaralar zinciri... Mağaraya inerken sağ tarafınızdan on santim eninde temiz su akıyor. Mağaranın başka yerlerinden de su akıyor, bir kısmı kanalizasyona giderken, bir kısmı da pompa ile dışarı atılıyor. Mağaranın içinden akan suyu GASKİ tahlil etmiş ve içilebilir nitelikte bulmuş. Ev sahibinin tahminine göre, evin konumlandığı yer, Kastelbaşı olduğu için zaten ismi üzerinde su yatağı bir yer. O nedenle de çeşitli yerlerden su kaynaması gayet normal.
Evin sahibi Beyhan Hıdıroğlu; işletme müdürü Ali Geylani. Ali Bey, çok hoş bir insan. Avluda, gölgede Ali Bey ile sohbet müthiş keyifli birşey...
Sizleri sıkmadan, yaptığım çalışma konusunda bir yazı daha yazmak istiyorum...