“Ne denli çok bakarsanız, o denli çok görürsünüz...”

YAYINLAMA: 04 Mart 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 03 Mart 2025 / 18.22

Çocukluk dünyası ne büyük mucize değil mi? O dönemde kayalıkların tepesinde gezinirsin. Bu zamanlarımız, çevredeki renkliliğin farkına vardığımız zamanlardır. Çocukluğun doğuş yasalarında görüş ayrılıklarına yer yok, başkasını asla horlamazsın, ilgilerini diğerine dayatmazsın. Oyunlarını eşit kurup, hilesiz oynarsın. Akranını boyun eğmeye zorlamazsın, umut dallarını yan yan dizip buzulların ucunda kayarsın. O zamanlar ulaşmak istediğimiz düşlerimiz özgündür, zararsızdır, keşfedicidir; acelesiz ve korkusuzdur. Çünkü çıkar olmaksızın yaşamaktasındır.

Sonra, zaman üst üste eklendikçe dünya normal işlevini yitiriyor. Hayat tanımlara ya da şekle sıkıştırılıyor. Yaratıcı, sezgisel, estetik duyguların çekiciliği değer kaybı yaşıyor. Böylelikle sevdiğimiz, güvendiğimiz insan sayısı eksiliyor. Dünyayı iyileştirmeye çalışanlar, doğru da ısrar edenler küçümsenirken; sevinçler, coşkular, neşeyi ve mutluluk üreten horlanıyor. Klasik üslup dışına çıkılamıyor; yani dosdoğrunun kafatası içinde pıhtılaştığı, ekonomik ilginin özneleştiği bir dengesizlikte kontrolü sağlamaya çabalıyoruz. Böylelikle öğretilen ezberlerin gıcırtısı, sert cümlelerle işleyen talimatlar belleğimizde uğuldar.

“Çocukluktan akıllılığa geçildiğinde” acı çeken bakışlarımız çoğalır. Artık güce hayranlığımız uyanmıştır. Böylelikle öfke, tepki, şiddetin her evresi parlatılır.  Sonra, “değmeli” ya da “görevimizdir” anlayışı bilincimize pelesenk olur. Değmeli dedikçe, amaç ve saflık tükenir. Sonunda kendimizi yüceltmeyi amaç ediniriz. Büyük olduğumuzu kanıtlama telaşıyla türlü türlü kılıklara girer, içi boş zafer sarhoşluğu ile felaketli yazgıları hazırlarız. Onun için evrenin her düşüncesi yorgun, onun için çıkılacak yolculuğu tanımlayamıyoruz. Onun için doğru ile yanlış güven kaybı yaşıyor, onun için savaşta da barışta da ortaklaşamıyoruz. Onun için sevmeyi, eşit olmayı, yaşatmayı nefretle karıştırıyoruz.

Yeryüzünde gerçekleşen durumları tanımlayamayınca var olanı bilemiyoruz. Böylece zihinsel yoksulluk hız kazanıyor. Hızımızı alamayınca da bir yerlerde soluklanıp hayatı kavrayamıyoruz. Küresel(egemen) anlayışın doğurduğu etkiler, düşünce, duygu, algı ve vicdani geçişlerimize yön veriyor. Yani az yanlış ile çok yanlış arasında gidip geliyoruz. Sonuçta beynimizin özgün, yaratıcı, yaşatıcı, onarıcı hamleleri kısıtlanıyor. Yine de unutmamak gerekir ki, “ne kadar çok sorun varsa, o kadar da çok yol vardır.”

“Her olgu için söylenen sonsuz bir hipotez vardır. Ne kadar çok bakarsanız o denli çok görürsünüz.” [1] Evet yeterli bakmıyoruz, onun için fark etmiyoruz. Sonra ufkumuz burkuluyor. Oysa yaşanan çağın çirkinliklerine itiraz etmek ve güzelliklerin köklenmesini desteklemek her birimizin yükümlülüğü değil mi? “Yalnızca ilerideki bir hedefe kilitlenmek sığ bir şeydir. Yaşamı dağın tepesi değil, eğimleri ayakta tutar. Her şeyin büyüdüğü yer burasıdır. Ama elbette tepe olmadan eğimlerde olmaz. Eğimleri tanımlayan tepedir.” [2]

Her olayın, her sonucun ve her krizin karmaşıklaştırıldığı periyodun içindeyiz. “Gerçekten aldırmıyorsak, dert etmiyorsak neyin hatalı veya neyin doğru olduğunu bilemeyiz.” [3] Biz bize  fısıldıyoruz,  "böyle yaşanmaz” diye. Sonra birileri yeni adımlar atınca kuşku ve tepki yarışına giriyoruz. Karamsarlık ve kötümserlik hissi uyandırmada üstümüze yok galiba? Anlama ve hissetme istencimizi öksüz bıraktık. Yanımızdaki varlıklarla, hava, su ve toprakla bağlarımız zayıflıyor. İhtiyacımız olan değerler, birikim ve duygularla bağ kuracak emeği kısıyoruz. Oysa ki sevme ve sevilme hakkımızı, barış içinde eşitçe yaşama hakkımızı, adaletin ve hukuksal üstünlüğün sağlandığı ortamı istemeliyiz. Hiçbir anlayışın diğerini çiğnemeden özgünlüğü ile “tek biçimliliğin” yok edilmesini teşvik etmeliyiz. Unutmayalım! Tüm sistemler, her düşünce değişime ve yenilenmeye muhtaçtır.

“Makine değiliz biz, makine mantığıyla yaşayamayız.” [4] Sevdiklerimiz veya seveceklerimizle bulutların üstünde ilerlemeliyiz. Böylelikle gözlerimiz yeryüzünün sınırsızlığını görecek. Daldan dala atlayan çocukluğumuz bize yeniden yansıyacak. Ortak zenginliklere varacağız. Her şeyi yanlış anlama ve küçümseme ezberlerimiz kırılacak…

Ortaklaşarak neşelenmeyeli, coşku ve sevinç çığlığı atmayalı çok oldu. Tebessüm etmeyi unuttuk, gülümseyen yüzler ne güzeldir değil mi? O zaman maskelerimizi atmaya ne dersiniz? Maskelerimizi attığımızda; savaşın, şiddetin, sömürünün, hükmedilmenin, sevgisizliğin, tekliğe şartlanmanın duygu ve düşlerimizde yarattığı felaketi yeneceğiz…

 

 

Yararlanılan Kaynak ve alıntılamalar:

Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı-Robert M. Pırsıg[1,2,3]

Çalınan Dikkat-Johann Hari[4]

 

“Ne denli çok bakarsanız, o denli çok görürsünüz...”
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *