DUR YOLCU

Çanakkale’ye mutlaka gittiğinizi düşünmekteyim. Çünkü bu şehri ve ülkeyi düşmandan korumak için, Çanakkale boğazında verilen destansı mücadeleyi görmeyen yurdum insanına ben aşina değilim. Bu muhteşem şehri ve kahramanlık destanı yazan ‘Mehmetçik’ diye adlandırdığımız askerlerimizi, her daim minnetle anmadan edemiyorum. Dağın yamacına yazmışlar ‘Dur Yolcu’ yazının yanında devasa bir Mehmet durmakta, elinde tüfeği ve ucunda süngüsü.
Şiirler yazılmış, destanlar yazılmış Çanakkale hakkında, hatta türküler yazılmış bu destansı müdafaaya. Bakın Necmeddin Halil Onan’ın bir şiiri beni duygulandırdığı gibi sizi de duygulandırdığına eminim:
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Çanakkale’deki düşmanın çıkartma yaptığı Anzak koyu, Alçıtepe, Conkbayırı, Zıgındere, Palamut Koyu, Gabatepe ve Kumlimanı gibi mevkilerde verilen savaş, gerçekten bir devrin battığı yerdi. Birkaç kez, rastlantı olarak Gaziantep’ten uçakla bir belediyenin finanse ederek çocukları bu siperliğe getirdiğini gördüm. Ancak başlarındaki görevlilerin bu savaş hakkında çocuklara gerçek dışı hikayeler anlattıklarına şahit oldum. Çok üzülmüştüm.
İstanbul’da eğitim veren Galatasaray Lisesi, Çanakkale savaşlarında, cepheye gönderdiği öğrencilerin hiçbiri geri dönmediğinden, 1916 senesinde GALATASARAY Lisesi hiç mezun vermemiştir.
Çanakkale savaşlarında 252 bin asker hayatlarını kaybetmiş, 100 binin üzerinde yaralı olduğu tahmin edilmekte.
Bir başka önemli bilgi de günümüzde Gemi kaptanları seyir defterlerine Çanakkale boğazını geçtiklerinde ‘GEÇİLDİ’ demezler, ‘Çanakkale’den çıkış yapıldı’ derler.
Destan yazılan bu şehir için türküler de yakılmış. ‘Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı, Ana Ben Gidiyom Düşmana Karşı‘. Mutlaka bir rehberle dolaşın bu siperleri. Dolaşırken okuyun bu şiirleri ve bu vatan için canını veren o muhteşem insanları anın. İşte o zaman ülkemiz için neler düşüneceğinizi merak etmekteyim.
Cumhuriyet pek o kadar kolay kurulmamış ülkemizde. ‘İki ayyaşın kaleme aldığı’ bir Anayasa ortaya konmamış Birçok ülkenin anayasaları incelenip, ona göre tanzim edilmiş Anayasamız.
Bizim ANAYASA’mız , ülkemizin kilit taşlarından biri olduğuna inanmaktayım. Anayasamızın ilk dört maddesi ise, hepimizin kırmızı çizgisi. Ata rahmetli, değiştirilmesi teklif bile edilemez diye damgasını koymuş bu Anayasamıza.
Geçtiğimiz son 20 senede bu ilk dört maddesini kaşıyan bolca siyasetçiyi ve cemaat liderlerini ekranlardan dinledik. Türkiye Cumhuriyeti'nin 'Şeriatla' yönetilmesini isteyen meczupların varlığını da unutmamamız gerekir. Bu sapkınların mutlak bir yerlerden kuvvet aldıkları hepimizce malumdur.
Anayasamızın:
Madde 1. Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğunu ifade eder. 2. Maddesi de Cumhuriyetin niteliklerinden bahseder. Bu ifadeleri belki unutmuşuz diye burada tekrar ifade etmek isterim.
Madde 2: 'Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, DEMOKRATİK, LAİK ve SOSYAL bir HUKUK Devletidir.' Bu madde konusunda hiçbir tereddüdüm bulunmamaktadır. Üçüncü madde ise aynen şunu ifade etmektedir.
Madde 3: Türkiye Devleti, Ülkesi ve Milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen beyaz ay yıldızlı, al bayraktır. Milli Marşı, İstiklal Marşı'dır. Başkenti Ankara'dır.
Madde 4 ise şöyle der:
Madde 4: Anayasanın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. madde hükümleri değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez.
Bu ifadelerden kim veya kimler rahatsız olur? Anlamakta güçlük çekmekteyim. Ancak Anayasamızda öyle bir cümle var ki, bazı insanların bunu çok dikkatli okuması gerektiğine de inanmaktayım:
'Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasa'dan almayan Devlet yetkisi kullanamaz.'
Bu cümle ile Anayasa, ülkeyi idare edenlerin dikkatini bu cümleye çekmektedir. Atatürk’ün bu cümleyi neden anayasanın içine koydurduğunu bu günlerde çok iyi anladığımızı düşünmekteyim. Hani Gençliğe Hitabesinde kullandığı bazı ifadelerinde Atatürk, ileriyi nasıl da görmüş diye hayret ediyoruz ya, işte öyle bir durum.
'Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.'
Atatürk’ün, Osmanlı Devleti tarihini çok iyi incelemiş olduğuna inanıyorum. Osmanlı'nın neden çürüyüp yok olma noktasına geldiğinin nedenlerini araştırmış olduğu muhakkak. Bu nedenle Cumhuriyet tarihimizin ilk yıllarında, 3 Mart 1924 tarihinde 430 Sayılı Kanun’la, ülkedeki eğitim kurumlarının bütününün Maarif Vekaletine bağlanmasını öngörmektedir.
Bir başka tarifle Tevhidi Tedrisat Kanunu olarak bilinen bu kanunda, Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasının alt yapısını oluşturur. Ne kadar da doğru bir karar. Osmanlı Devleti’ni çürüten de Cemaatler, Tarikatlar, Tekkeler ve Zaviyeler değil miydi? Bugün de Cumhuriyetimizin altını kazıyanlar aynı topluluklar değil mi?
Geçmişte Menemen’de genç teğmen KUBİLAY’ı yıldırmaya çalışanlar, bu emellerine nail olamadılar. Günümüz TÜRKİYE’sinde bu meczuplar, genç nesil Türk çocuklarını yıldırmaya çalışmaları sonuç vermeyecek. Kubilay'ları yıldıramadınız, cepkeninize sığmadı, diye bir sözüm geldi, söyledim hem nalına hem mıhına.
