MUDURNU’DAKİ ETNOĞRAFYA MÜZESİ
Mudurnu, Bolu’nun ilçesi, çok şirin bir yer. İsmini muhtemelen tavuk yetiştirmesinden dolayı duydunuz, gerçekten de hayvancılık pek önemli burada. Şimdi, süt ineği ve tavuk yetiştiriyorlar. Zaten Osmanlı devrinde de sarayın tavuğu buradan gidermiş. Daha doğrusu, Osmanlı’ya ödenecek vergi, tavuk ve armut gönderilerek ödenirmiş. Bilgi aldığım insanlardan Necdet Bey, eskiden beri tavuk yetiştirilmesini coğrafi konumuna bağlıyor. “Herhalde, ilçenin iklimi, aldığı rüzgar, hava şartları filan tavuk yetiştirilmesine elverişliydi, böylece bu üretim gelişti” diyor. Mudurnu, tarihinin derinliklerinde de ipek ve baharat yolu üzerinde olduğu için çok hareketli bir yermiş. Hatta, Evliya Çelebi Mudurnu’da iğne imal edildiğini ve ürünlerin de pek kaliteli olduğundan bahsediyormuş.
Mudurnu’da Yarışkaşı Konağı isimli lokantada yemek yemenizi tavsiye ederim. Su börekleri, kaşık sapı makarnaları pek güzel. Kaşıksapı, isminden de anlaşılacağı gibi, evde yapılmış bir tür makarna. Üzerine de keş dedikleri tuzlanarak güneşte kurutulmuş yoğurt ve kavrulmuş ceviz koyuyorlar. Mudurnu’nun kabaklı gözlemesi de meşhur. Rendelenmiş bal kabağının kavrulmuş soğanla kavrulup iç malzemesi oluşturduğu, aslında bir nevi börek. Sadece Mudurnu’da değil, mevsiminde başka yerlerde de yapılıyor. Su börekleri pek güzel. Topraktan yapılmış sac üzerinde pişiriyorlar, gerçekten nefis. Klasik toprak kapta yapılan tavayı Mudurnu’da tavukla yapıyorlar, oldukça başarılı. Başka yemekler de var, ben sadece tattıklarımı yazdım.
Necdet Akay isimli beyefendi emekli olduktan sonra Mudurnu’ya bir müze kurmuş. Daha doğrusu önce bir sivil toplum örgütü kurup, müzeyi öyle açmışlar. Son derece güzel, eski bir Mudurnu binasına açılan müzede
Mudurnuluların günümüzden 50-100 sene önce kullandıkları eşyalar sergileniyor. O kadar ilginç objeler var ki, şaşırıyorsunuz. Örneğin, bebeklerin bezlerini ıslatmamaları için altlarına konulan küçük lazımlıklar... Kız ve erkek bebek için ayrı ayrı dizayn edilmiş. Galvenizli sacdan yapılmış, acıtmasın diye yuvarlak hatlar kullanılmış, bence çok ilginç aparatlar...
Antepliler’in haphap dedikleri nalının ise daha önce hiç görmediğim başka türleri varmış Anadolu’da... Zembil, ben çocukken lastikten yapılmış, her türlü madde taşımak için bir gereçti. Hem inşatta, hem kışlık yiyecek hazırlanırken her alanda kullanılırdı. Orjinal zembil deriden yapılırmış meğer. Necdet Bey’in sergiledikleri arasında ağaçlarda yetişen bir nevi mantar da var. Ağaçtan koparılan bu mantar, parçalara bölünür, ateş tutuşturmakta kullanılırmış. Zira, ateşin yüzünü gören ağaç mantar parçacığı hemen tutuşurmuş. Biliyorsunuz eskiden ateş yakmak bir yetenekmiş... Önce çakmak taşlarından kıvılcım elde edeceksiniz, sonra bulunduğunuz ortama göre o kıvılcımla ya buradaki gibi mantar parçacığının ya da pamuk ipinin alevlenmesini sağlayıp, odunları tutuşturacaksınız. Yazması çok kolay da, uygulaması çok zor...
Necdet Akay Bey, Bolu’daki bir yem fabrikasının bekçiliğinden emekli olmuş. Okumaya ve araştırmaya pek meraklı. Müzede sergilediği eşyaların büyük bir kısmını Mudurnu Belediyesinin çöplüğünden toplamış! Özellikle restorasyona giren eski evleri boşaltmak için içerisindeki eşyaları çöplüğe atıyorlarmış, Necdet Bey’de arada bir çöplüğü kontrol edip, bu eşyaları topluyormuş. Bazan da bulduğu aletin ne olduğunu bilemiyormuş. O zaman, yaşlı Mudurnululara gösterip, aletin ne olduğunu soruyormuş. Onlardan öğrenip, bir yazı ile sergiye koyuyormuş. Müzede sergilenenler arasında fotoğraflar ve kitaplar da var. Cumhuriyet döneminde Mudurnulu bir delikanlı Avrupa’ya gidip fotoğraf çekmesini öğrenmiş. Yaşadığı sürece fotoğraf çekmiş. Büyük şans, Mudurnu ve Mudurnuların işte bu nedenle pek çok fotoğrafları var. Eski fotoğraflar bize, dönemin yaşam sitili, eşyalar, insanlar ve yerler hakkında çok fikir veriyor. Necdet Bey’in elinde fotoğrafların negatiflerinin bulunduğu ince cam filmler de var. Eskiden fotoğraf makinasına bu ince camlar konuyor, fotoğraflar onların üzerine çekiliyordu.
Pertev Naili Boratav, benim hayranlık duyduğum, ilgi ile okuduğum bir folklor uzmanıdır. Meğer, babası Mudurnu’nun kaymakamı olduğu için çocukluğunda orada yaşamış. Ve tabii bilim adamı olduktan sonra Mudurnu’ya olan ilgisi devam etmiş ve kitaplarına bunları yansıtmış. Necdet Bey müzede Boratav’ın bulabildiği kitaplarını da sergiliyor. Böylece bilgilenmemizi sağlıyor.
Bu yazıyı yazarken Necdet Bey’le tekrar konuştum. Müzesini açtıktan sonra, kendisinin yaptığına benzeyen Edremit Körfezindeki Tahtakuşlar müzesini ve İstanbuldaki bazı müzeleri gezip, fikir edinmiş. İlginç olan, önce müze kurup, sonra gezmesi... Demek ki, içinden gelmiş müze kurmak. Bütün araştırmacılar gibi ilgisizlikten şikayetçi. Onun bunca emek sarfedip, geçmiş kültürü bugüne taşıması, bize öğretmesi kimsenin umuru değil anlaşılan...
Mudurnu’da Yıldırım Bayezıt Camii ve Hamamı pek ilginç... Caminin en önemli özelliği kocaman kubbesi... O devirde böyle bir kubbe yapmak cesaret işi. Caminin duvarları 160 santim eninde, sekiz ayak eklenerek yapılmış. O koskocaman kubbe ise, çok alçaktan başlatılarak 8.80 metre yüksekliğe ulaşmış. Camii çok güzel de, insanların yaklaşımı da yabana atılır gibi değil... Girişte, “çorabınız müsait değilse, ücretsiz çorap alabilirsiniz” yazan bir levha ve oraya konmuş bir kaç çift çorap var. Bana, çok ince bir düşünce gibi geldi. Delik, hatta temiz olmayan çorapları yenisiyle değiştirmenin çok zarif bir çeşidi... Başka yerde böyle bir uygulama görmemiştim.
Mudurnu’da İzzet Baysal Üniversitesine bağlı Meslek Yüksek Okulları var. O nedenle de öğrenci çok. Öğrenci olunca tost ve benzeri gibi yiyeceklerin servisi de gündemde oluyor. Bir ana oğul, yerel olarak “bazlama” dedikleri yassı,rahatlıkla iki parçaya ayrılabilen kübban ekmeğe benzer bir ekmeğin arasına sucuk ve kaşar peyniri koyup tost yapıyorlar. Pek de lezzetli ve doyurucu oluyor. Ayrıca bazlama ekmekleri de bizzat anne yapıyor. Ana oğulun yaptığı diğer bir yiyecek ise, etsiz bulgur köftesi ile yaptıkları sandoviç. Lavaş ekmeğin üzerine serdikleri köftenin üzerine nar ekşisi döküp, üzerine marul koyup, sarıp sandoviç yapıyorlar. Yemedim ama, görüntüsü pek hoşuma gitti. Yerel malzemenin bu şekilde fast food a dönüştürülmesi bence takdir edilecek bir olay.