Cesarete, sevgiye ve vicdana yer açmalı…

YAYINLAMA: 28 Mayıs 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 27 Mayıs 2025 / 20.21

Keşke her şeyi sil baştan öğrenebilsek, hayata sıfırdan başlama olasılığı belirse. Kapitalist düzenin çekiç ve balyozunu yememiş, egemen çarkın girdabında boğulmamış, sevgi ve saygı ile üretilmiş ilişkilere bir daha dönebilsek: Dünyanın toprak parçası, ekonomik hedef, ataerki, maddesellik ve ırklardan oluşmadığını bir daha hatırlasak. Fakat öğretildiği gibi dönüyor dünya suları…” Ahh, hayatla kopuşu sağlayan bu müdahaleleri püskürtebilsek!

İnsanın içini ezen bu dev kırılmalara rağmen, hayat kendini olumlu yüzüyle karşımıza çıkarır. Umutlanmak, hayatı en samimi yaprağından avuçlamak ve gerçeğe dönüş için tabiatta muhteşem enerjiler de üretiliyor. Çünkü sürekli şanslar tanıyan bir diyalektik işleyiş var. "Doğanın içinde birbirini doğuran ve besleyen bir sürekliliği görmemiz gerekiyor."[1] İçsel ödemi çözümlemek şart. Üzerimize birikmiş zihinsel ve ruhsal küfü atmadan sancı sonlanmaz. Cesarete, sevgiye ve vicdana yer açmak lazım.

Simgesel ve figüran senfoni ile üstün bir yorumu açığa çıkaramayız. Çok sayıdaki sebepten dolayı, evrendeki çok az bilinen gösterişsiz denemeler vesilesiyle öğreniyoruz. Mesela, günün başında güneş usanmadan en canlı ve en çırak aydınlığını dağıtır. Karınca, kelebek, gök mavisi o ana kristalize olur, bu tür sabrı olmalı insanın. Belki de onun için demişlerdir; "kaybedilmeyen tek şey vazgeçilmeyen şeydir," diye.

Felsefi değerlerden biri, dışsal düzenle ahenkli bir ilişki tutturmayı, ama bunu tuttururken de irdelemeyi ve ezik olmamayı ön koşul sayar. Uyumlanmak ama aynı düzlemde özgürleşme merhalesini de tutuşturma melodik olmalı. "Gerçek özgürleşme ise, evrenin düzenleyici prensiplerin olduğunu varsayan, bunları fark eden ve bunlara uyan ve bir de kendini bilme ile ilgili genel objektif bir tutum almaktır." [2] 

Belki özgürleşmeye değinmişken, onu “teknik ve biçimsellikle geçiştirmek” özgürleşemeye haksızlıktır. Ya da özgürlüğü konformist akla göre süspanse etmek ona kurşun sıkmaktır. Belki de özgürlük yeri geldiğinde itiraftır, hakikati sergilemekte ısrar etmektir, zulmün teşhiridir. Özgürlükçü olmak ise Afrika'daki Mandela'ya, Hindistan'daki Gandi'ye hayranlık duyarken yanı başındaki eşitlik, adalet, demokrasi ve barış gönüllülerine (şaire, yazara, aydına, sanatçıya) öfke püskürtmek değildir.

Kafamız her zamanki kadar dumanlı değil mi? Onun için düşünceler, hisler ve taleplerimiz bir türlü rutini aşmıyor. Zaten hiçbir coğrafya sistem dışı olasılıkları elden geçirmeye ve farklı ihtimallere erişmeye fırsat tanımıyor. Böylelikle gün be gün insanın içindeki masumiyet çürüyor.

Varlığımızı birbiri içinde eriten bu dev kütle ile karşı karşıya olmak ürkütücü. Oysa her birimizin hafızasında çok fazla hafıza canlanmayı bekliyor. Elbette sürekli kendi kendimizin sarrafı olamayız. Ve tüm ayrımları en ince detaylarıyla belirlemek mümkün değildir. Kendi bilincimizi, tempomuzu ve çatışmasızlığımızı üretmek için "asırların içinden süzülüp gelmiş deneyimler, zihinsel dizgiler, duygu ritimleri uyum içinde bizi bekliyor.” [3]

Çoğu kez kendi kendimize şöyle söyleniriz: "Keşke bir kerecik bile olsa kendimle(gelecekle) ilgili bir ipucu görebilsem." Çünkü yolun hangi kavşağına yakınlaştığımızı bile fark etmiyoruz. Fark ettirmiyorlar. Sürekli başka mevzuları konuşturup duruyorlar. İnsanlığın bu “var ile yok arası hali” yararlı bir hal değil. Binlerce yıllık duyumsama, algı ve düşüncenin manipüle edilmiş halidir.

Hayatın meşrebindeki kıvrımlarda büyük dalgalanmalar gerçekleşir. Ama her dalgalanma lehteki olanakları da tahrik eder. Onun için umutsuzluğun kütlesi ve hacmi minimize edilmeli. Ürkütücü dalgalanmalardaki keskin değişimleri yaratan birikimlere rastlama olanağımız tükenmez.

"Unuttuğumuz kendimize çıkmalıyız." İçimize konan boşluk daha da derinleşirse karanlık içimize çöker. Hayat tam olarak öğrenilmez elbette, ama arayışın bitmeyeceği ve de yavaşlamayacağı bilinir. Tıpkı binlerce sokaktan oluşan kent gibi büyük işler de küçük işlerin birbirine eklenmesiyle oluşur.

Gezegenimize yaşamı sağlayan oksijene, fırtınalara dayanıklı ağaçların sayesinde ulaşırız. Bizi sürükleyeni gücüyle, nedenleri, nitelik ve tekrarlarıyla anladıkça umudun derinliği ve dayanıklılığı artar.

Onun için bindiğimiz kayığın ümidi olmalı, ümidin kürekleri de olmalı. Bir de bu ümidin küreğini çeken olmalı.

“Tepki veriyorsak, acıya karşı bağırıyorsak, kötülüğe kızgınlıkla ve iğrençliğe tiksintiyle karşılık veriyorsak; belki de hayat denen şeyi yakaladık.” [4]

 

 

 

 

Yararlanılan kaynak ve alıntılamalar:

Şairin Romanı-Murathan Mungan

Gazete Duvar-Tevfik Taş yazıları [1,3]

Kendini Bilmek-Foucault [2]

Altıncı Koğuş-Anton Cehov


 

Cesarete, sevgiye ve vicdana yer açmalı…
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *