“Varsın küçücük olsun [bilinmesin] zaferim…”

YAYINLAMA: 11 Haziran 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 10 Haziran 2025 / 16.54

Hayat bizim çöplüğümüz değildir. Sıkıştıkça onu tahrip edemeyiz. Savaşı, ateşi, gözyaşını alevlendirip onun içine atamayız. Birkaç bin yılda yetişen bilgeliği boğup akıntıya salamayız. Hayata buyruklar yağdırıp, ondan eli kanlı bir canavar gibi bahsetmek hıçkırıkları azaltmıyor. Hayattaki yağmayı, çileleri, çarpıklıkları yeryüzüne giydirip kuşatan biziz. Gözle görüleni bilmiyor olamayız.

Hayatın akışında tesadüflere yer yok. Açık yaralarımıza gelen her darbe planlıdır. “Saman çöpünde bile çatışma nedeni üretiliyor” [1] Tüm öfkeli içerikler, insan icadı enfeksiyondur. “Boynum kıldan incedir” deyip, sorgulamaksızın akıntıya kapılmak evreni hurdalığa çeviriyor.

Binlerce yıldır erk(otoriteler) hayat tek noktada kendisine sabitlensin istiyor. İki adım ötedeki acının yüzüyle göz göze gelmeden hayatı avuçta tutmak istiyorlar. Böylece pörsüyor aydınlık, benzi soluyor yıldızın, tahriş oluyor ufkumuz ve dert tasa parçalıyor dünyayı. Parçalanırken bağırmaya başlıyoruz.

Hayatın heyecan, sevinç ve bilgelik katan uçurumlarından geçmeden hayatla bağdaş kurulmaz. Toplumsal hükümlere rağmen insan doğası özgünlüğüne düşkündür. Olanı da biteni de yeterli görmez ve her seferinde başka bir heyecana(bilmeceye) hazırlanır. “Bir perde açılır ve yolculuk başlar,” [2] “Kapalı hayatı” açma tutkumuz geri adım atmaz.

“Ortalama bir günde tek duygunun veya tek düşüncenin etkisi altında değiliz.”[3] Sevince, korkuya ve hüzne dönüşen olanakların (tepkilerin) pençesindeyiz. “Doğru kabul edilenlerin” imajı aslında varsayımların ötesini aşmıyor.  Gerçi herhangi bir şeyin doğrusunu öğrendiğimizde de o minvalde tutum yükseltmek kolay olmuyor. “İnsanın nasıl davranması gerektiği konusunda doğruyu bilmesi, o doğruya uygun davranabilmesi anlamına –ne yazık ki- gelmiyor.” [4] Bu realite ile yüzleşenler sevince dönüşebilecek yaşamın sürdürülebilirliğine inandılar. Bunu başaranlar yasak umudu, kımıltısız sevgiyi ve öz direnci kışkırtırlar. “Bunu başarmak için öyle çelik gibi bir iradeye falan gerek yok. Anlamak az da olsa dönüştürür.”[5]

Descartes: “Kuşkulandığımı her seferinde düşünüyor olmalıyım. İnsan her seferinde hem kuşkulanıyor hem de düşünmüyor olamazdı…” [6] Demek ki kuşkulanmak, sorgulamak ve harekete geçmek varoluşa aittir. Elbette “suyun konduğu kabın şeklini alması gibi, bazı ruhlar da kondukları bedenin özelliklerini alıyor.” [7]

Doğanın zorunlu nedenselliği ilgimizi evrendeki varlıklara, olaylara ve sebep sonuç denklemine yönlendirir. İnsanın kendisine verebileceği en şatafatlı hediye, “karanlığından” kurtulmasıdır. Herkesin dilediğince hayatın formlarını içselleştirme hakkı vardır ama doğru yanıtı, düşüncelerin genişlik ve derinliğini keşfettiğimiz ölçüde özgürüzdür.

“Sandığımız kadar seçimlerimizin patronu değiliz.” [8] Bundan dolayı gerçeği arıyoruz değil mi? Yokluğun, kafa karışıklığı ve eşitsizliğin boy attığı, dramların güncellendiği çağda başka çare mi var? Korkular gerçeğimizi yarıp geçiyor. Bolca kutsallık (ırk, toplumsal cinsiyet, milliyet, inanç…) ve etrafında dönmekten usanmadığımız çağın tapınakları içimizde fırlayacakmış gibi duruyor. Onun için her dönemin zihinsel köleliği, her dönemin yüzülen ruhları vardır. Kısacası, kapalı kutu falan değildir hayat, “korkak, eksik, kaçak” akıntılara kapılıp birbirimizden gizleniyoruz işte.

“Gerçek, aşkı bitmeyen bir sevgilidir.” Doğrudan onun yüzüne bakamayız. Bu uğurda terk edilebilecek ne çok tutkumuz olduğunun bilicinde miyiz? Biliyorsak, o zaman varsın başımız göğe ermesin, ötekinin berikinin önünde eğilip belimizi bükmeyelim. “O olmayı, bu olmayı, diğeri olmayı” denememeli.

Cyrano de Bergerac tiyatro oyunundaki Oidipus’un dediği gibi: “Ta son nefesinde bile çekinmek, tükenmek, bitmek,…istemem! Fakat şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya, aklına esince şapkamı yan yatırmak istiyorum… Varsın küçücük olsun zaferim, fakat bil onu fetheden sensin, bir başkası değil.”

Fırsatlar asla tükenmez, var-kalma çabası varsa sevinçte çeşitlilik vardır. “Sevinç kederden daha ender, daha güç ama daha güzeldir.”[9] Doğasını yitirmeyen, sevinçten asla vazgeçemez. Çünkü “iyi hayatın kendisinden başka ödül, kötü hayattan başka da ceza yoktur.” [10]

Oidipus ne diyordu? “Asalak bir sarmaşık olma sakın, varsın boyun olmasın bir söğüdünki kadar. Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?” Şu an öğrendim: Alkış dilemek ve övgüye değer görülmeyi ummak kimliksel buhranmış.

Kısacası, okyanusta bir kum taneciğiyiz değil mi? Ama aynı zamanda dev dalgaların savurmadığı sonsuz kumsalız…

 

 

Yararlanılan Kaynak ve alıntılamalar:

Işık Bahçeleri-Amin Maalouf [9]

Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor-Çetin Balanuye [3, 4, 5, 6,8, 9,10]

Kendini Bilmek-Michel Foucault [1]

Şairin Romanı-Murathan Mungan [7]

Cezmi ERSÖZ- [2]

“Varsın küçücük olsun [bilinmesin] zaferim…”
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *