TARATURA VE DUDİ

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Gaziantep’te Tiyatro Müdürlüğü yaptığı 1970 li yılların başında Cahit Saraç,  eşi Gülderen Hanımla çok erken bir saatta Akyol’dan Şehreküstü’ye doğru yürüyorlar. Amaçları Şehreküstü’den kalkan Oğuzeli otobüsüne binmek. Halkevi’nin (Kendirli Kilisesi) önünden geçerken ayağı yaralı bir köpek peşlerine takılıyor. Karagöz Camisinin önüne geldiklerinde köpek hala peşlerinde... Cahit Bey ve eşi, tabii köpek de peşlerinde geri dönüp Şehir Tiyatrosuna giriyorlar. Cahit Bey, oradaki bekçi Memo’ya köpeği içeri almasını; karnını doyurmasını ve su vermesini söylüyor. Oğuzeli ziyaretinden geri döndüğünde doğru köpeğin yanına gidip, hayvanın ayağına batan tahta parçasını çıkarıp, tentürdiyot ve antiseptik merhem sürüp tedavi ediyor. Ona “Dudi” ismini veriyor.  Gayet eğitimli bir köpek olan Dudi artık Gaziantep Tiyatro Dünyasının içindedir. Sahneye konulan bütün oyunları dikkatle izler, Cahit Bey’in oyunla ilgili taşıması gereken dosyaları da Dudi taşıyıp sahneye getirir.

Keşanlı Ali Destanı’nı sahneye koyduklarında bir köpek gerekir. Dudi, birkaç provadan sonra  köpek rolünü büyük beceriyle oynar. Öyleki, rol sırası gelinceye kadar sessizce sahne kenarında bekler, sırası gelince rolünü oynar ve bitince yine sahne kenarına geçer. O kadar dakik ve duyarlıdır ki tüm oyuncular şaşırırlar. Cahit Bey artık, içerisinde köpek rolü olan tiyatro eserlerini sergileyecektir. Onlardan birisi de “Aslan Asker Şvayk” dır. Oyunun sahnelendiği dördüncü gün, bir bey gelip, sahnedeki köpeğin kendisine ait olduğunu söyler. Cahit Bey, halı tüccarı olan adamı odasına çıkartır, Dudiyi de getirirler. Dudi, adamı tanır, gider koklar ama geri hemen gelip Cahit Bey’e yanaşır. Cahit Bey anlar ki Dudi, eski sahibine kırgındır. Adamın tüm ısrarlarına rağmen, Dudi eski sahibiyle gitmek istemez. Dudi, Cahit Bey’le kalır, eski sahibi arasıra gelip onu ziyaret eder.

1950-60 lı yılların başındaki Gaziantep Lisesi ve Ortaokulu Cahit Saraç’ın yazdığı kitap da farklı yönleriyle anlatılıyor. Öğretmenlerin, öğrencilerin ve sosyal yaşantının Cahit Bey’in gözüyle çizilmiş resmi oldukça ilginç. Eğitim sistemimizin insan kaynağına değil de ideolojiye dönük olması Cahit Bey’in orta eğitim hayatında çok bocalamasına neden oluyor. Neredeyse doğuştan tiyatroya kabiliyetli olan bu insana, zorla, matematik, biyoloji, geometri öğretmenin bir manası olmadığını kitabı okuyunca anladım. Nitekim, ilgi duymadığı, temeli olmadığı birçok dersten geçebilmek için Cahit Bey, Kilis, Nizip, Diyarbakır, Malatya ve hatta Hakkari’de okumak zorunda kalacaktır. Okula gidebilmek, sınıflarını geçebilmek için verdiği zorlu uğraşın yanısıra tiyatrodan hiç vazgeçmez. Babasının “taratura” diyerek aşağıladığı tiyatro çalışmalarını ısrarla, başarı ile sürdürür. Nitekim Liseyi bitirme başarısını gösterip, İstanbul’da Üniversite için gittiğinde İstanbul Şehir Tiyatrolarının sınavına girer. Jüride Yıldız Kenter vardır. Kendisine “daha önce hangi profesyonel tiyatrolarda çalıştığını” sorar. Hiç profesyonel tiyatroda çalışmadığını öğrenince hayret eder. Ertesi gün kazananların en başında Cahit Bey’in ismi görünmektedir.

Diyarbakır’a okurken Cahit Bey, sürekli Muhsin Ertuğrul’a mektup yazar. Bazan da Muhsin Ertuğrul bu mektuplara cevap verip, onu sevindirir. İstanbul’a gelip, Şehir Tiyatrolarının sınavını kazanınca Muhsin Bey’le direkt tanışma fırsatını yakalar. Kendisine sürekli mektup yazan Cahit’i Muhsin Bey hemen hatırlar. Ve ona hiç zaman kaybetmeden Almanya’da Teater Wissenschaft’a okumasını salık verir. Cahit Bey, babasına “mühendislik” tahsili yapacağına söz verip, ondan Almanya’da okumak için izin koparmayı başarır. Ekim 1963’te Almanya’ya gider. Orada bazı arkadaşları ve inşaat mühendisliği eğitimi alan ağabeyi vardır. Cahit Bey, Almanca öğrensin diye ağabeyi ile aynı evde kalmazlar. Nitekim, lisan bilmemesine rağmen, tiyatroda görev alan Cahit Bey, kısa zamanda, hem de sahneye tiyatro yapacak kadar Almancayı çabucak öğrenir. Hatta, bir film çekimine de katılıp, 800 Mark gibi o zaman için astronomik sayılacak bir ücret de alır. Almanyadaki Üniversite, Cahit Bey’in İstanbulda iken sınavla girmeyi başardığı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Bölümü kaydı, Almanya’da da geçerli olur ve Üniversiteye girme imkanı verir. Artık Almanya’da da önü açılmış, ünlü tiyatrocularla aynı sahneyi paylaşmış, ödüller kazanmıştır.

1966 yılındaki Köln Şehir Tiyatrosu 12 katlı, içerisinde muhasebe, idare, terzihane, demir döküm, marangoz atölyeleri, dekor bölümü olan tam teşkilatlı bir binadır. Binanın kafeterya kısmında her türlü içki olan bir bar olmasına rağmen, oyuncular çok ölçülü davranıp içmezlermiş. Cahit Bey'i  çok etkileyen olaylardan biri de tiyatronun ilahı sayılan Intendant’la serbestçe sohbet edebilmesi. “Benim ülkemde aynı pozisyonda olan bir kişi ile kafeteryada sohbet edip, oturmam mümkün olurmuydu?” diye soruyor.

Gaziantep Tiyatro Tarihi ve Geçmişten Esintiler kitabında daha yazabileceğim pek çok anı ve memleket manzarası var. Kitap, dikkatli okunduğunda 1950 li, 60 lı, 70 li yılların Gaziantebinden, Diyarbakırından, Hakkarisinden, İstanbulundan, hatta Almanyasından kesitler çıkıyor. Keşke başkaları da bu şekilde tarafsız anılarını yazsa... Kimbilir, bilemediğimiz ne çok şey öğrenirdik...

 

 

TARATURA VE DUDİ