Mehmet Ali Birand

YAYINLAMA: 20 Ocak 2013 / 18.00 | GÜNCELLEME: 20 Ocak 2013 / 18.00

Dr. Sualp Tansan, Birand’ı arıyor ama sekreteri toplantıda olduğu için bağlamıyor. Onkolog Tansan ısrar ediyor, “Hayati bir konu” deyince sekreter bu kez hemen bağlıyor.

Mehmet Ali Birand’a pankreas kanseri teşhisi konmuş, metastas yaptığı için de ciğerlerin durumu pek iyi gözükmemektedir. Ameliyatın düşünülmediği, kemoterapinin neticesine bakılacağı söylenir.

Hayatı bir anda değişmiştir. Artık fazla zamanının kalmadığını bilerek yapmak istediklerini daha iyi planlayıp, hızlandırır. Can Dündar, yazmakta olduğu biyografisini bitirir ve kitap yayınlanır. Hayatının belgeseli de tamamlanmış, yalnız seslendirme kalmıştır. Birand, torunu Umberto Ali’ye olayları kendi sesinden anlatmak istediği için beklenirken kısmet olmuyor. Ama kaybedilen çok bir şey yok. Üçüncü şahıs üzerinden aynı şey yapılacak.

                                              

İşte bu Mehmet Ali Birand, belgeselle haşir neşir olurken, Can Dündar’a, “Ölürsem benim cenazeme kimse gelmez!..” gibisinden bir laf ediyor.

Ama tersi oldu. Bir faninin görebileceği en muhteşem cenaze törenlerinden birisi yapıldı. Allah gecinden versin, Birand’ın patronu veda etseydi, kendi kanallarında ve başka kanallarda bu kadar yayın yapılır mıydı? Onda biri bile yapılmazdı. Bu kanaatım Birand’ın yaşayan rakipleri için de geçerli.

O halde, neden böyle bir duygu patlaması oldu, ne oldu? Cumhurbaşkanı’ndan, sokaktaki vatandaşa kadar neden herkes ağladı?

 

Gazetecilerin sevilmediği inancı hakim bir toplumda yaşıyoruz. Zaman zaman yapılan anketlerde de bu düşünceyi doğrulayan neticeler çıkıyor.

Toplum, çoğu medya patronunun vurguncu olduğunu, bu mesleği sırf iktidarla yakın ilişki içinde bulunarak çeşitli yollarla haksız para kazanmanın bir aracı olduğunu düşünüyor. Gazetecilerin de bu vurguna zemin hazırladıkları, hatta akla gelmedik yaratıcı taktiklerle yardımcı olduklarını varsayıyor!

Gerçekten de medya patronajı Batı ile kıyaslanırsa, Türkiye’de yaygın ve yerel bazda yerleşik, geleneksel (babadan, dededen devreden) gazete sayısı iki elin parmaklarından az. Batı’da bu durum tersi, neredeyse tamamı geleneksel. Buna televizyonu dahil etmiyorum, çünkü biz de henüz çok yeni.

 

İşte, toplum dürüst olduğuna inandığı bir gazeteciye sevgi ve saygı selinde bulundu. Rahmetli Uğur Mumcu’nun da arkasından bir milyona yakın insan yürümüştü. Gazeteci Hrant Dink için ise söylenebilecek en güzel şey, katlinden 6 yıl sonra bile binlerce insan geçen gün onu anarak yürüdü, insanlığa yakışmayan bu suikastı protesto etti.

Mehmet Ali Birand’ın cenazesinde kantite belki aşırı değildi ama kalite olabileceğin en iyisiydi.

Hemen bütün kesimleri, tarafsızlığı nedeniyle, yanyana getirmişti.

 

Yalnız gazetecilik mesleğinde değil, bütün mesleklerde ustalar adam yetiştirmezler. Çünkü yarın öğrenirse ayağımı kaydırır diye düşünürler.

Birand, bir istisna! Herşeyden önce kendisi ile barışık, kendisinden tam emin ve en önemlisi komplekssiz!

Yetiştirdiği gazetecilerin hemen hepsi ünlü, mesleklerinde önemli yerlere gelmişler ve hepsi ustalarına sahip çıktılar. Patronu da herkesten fazla sahiplendi, sahip olduğu kanallar iki gün boyunca kesintisiz yayın yaptılar Birand için.

Patron imkan tanır da, içini kim ve nasıl dolduracak, hem de iki gün boyunca… Ancak, içten gelen karşılıksız sevgi ve derin saygı bu işi yaptırabilirdi. Nitekim, medya tarihinde bir ilk oldu ve ‘acaba bir daha olur mu’ cinsinden inanılmaz bir yayın gerçekleştirildi.

 

Toplum nasıl bu kadar uzun süren ilgiye katlandı?

Çalışmaktan, meslek aşığı olarak didinmekten başka bir lüksü bulunmayan, aşırı bakımlı, markalı giysiler içinde yarattığı hava ile haberin önüne geçen bir anchorman olmaması, haber sunarken içinden geldiği gibi sempatik tavır takınması, inandırıcı olması, gaf yapınca da kendisi ile dalga geçmesini bilmesi Mehmet Ali Birand’ın ‘o işi yapan bizden birisi’ imajını kazanmasına neden olduğu ve samimiyetine inandığı için çok sevdi ve arkasından ağladı.

 

Siyasilerin gösterdiği ilgi ve yakınlığı o kadar önemsemiyorum. Çünkü, onların tavırları tabandan değişik olamazdı! Ayrıca, her gün yüzyüze baktıkları gazetecilerin acısını, üzüntüsünü de es geçemezlerdi!

 

Birand’ın hayatındaki en önemli adamın, dayısı Mahmut Dikerdem olduğunu düşünüyorum. Onun tavsiyesi ve maddi yardımı ile Galatasaray Lisesi’nde okuyor. Orada öğrendiği Fransızcası ona bütün kapıları açıyor. Seçkin arkadaşlıkları onun Vehbi Koç’a tavsiye edilmesine neden oluyor. Tedavi için Londra’ya giderken, o da bir Galatasaray mezunu olan Abdi İpekçi’nin dostluk eli, kendini yıllar sonra Tükiye’nin en önemli gazetecilerinden birisi yapacak olan serüvenin temelini atıyor.

 

İşte böyle…

Ölen, iyi yaşadım, iyi işler yaptım, erken ama mutlu gidiyorum, dedi. Ailesi onunla büyük gurur duydu. İşvereni ondan hakkını vererek, dostluk kurarak çok yararlandı. Ve toplum da onu çok sevdi, ondan çok şey öğrendi.

 


Bir şarkı ama ne şarkı…

 

Lütfen bu linke girip, çok beğeneceğinizi umduğum İsveçce şarkıyı dinlerseniz, yarın bu konuya tekrar döneceğim.

www.linklup.com

 

 

 

Mehmet Ali Birand