KIRKLARELİ’NDE YAHUDİLER VARDI

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Ülkemizdeki kitap dünyası gün geçtikçe zenginleşiyor. “Artık, kitap almamalıyım. Mevcutları okuyup bitirmedim. Koyacak yer kalmadı” diyen ben bir de bakıyorum ki yine kitap almışım. Ve yer kalmadığı için de salondaki yemek masasının üzerine yığıp, oradan alıp kullanıyorum.

Kırklareli’nde birkaç sene evvel yemek kitabı ve folklor kitabı yayınlandı. Folklor kitabını yazan, Zekeriya Kurtulmuş, Kültür Müdürlüğü’nde uzman olarak çalışıyor. Onunla sohbet ederken bana, “Bir zamanlar Kırklareli’de Yahudiler yaşardı” isimli kitapdan bahsetti ve oradan çok şey öğrenebileceğimi söyledi. Kitabı hemen hatırladım ve kitap listesinden buldum. Hiç bahane etmeden, kitabı kısa sürede okudum. Gerçekten çok güzel ve akıcı yazılmış bir kitap. Yazarı, Erol Haker, kitabı İngilizce yazmış ama yayınlamamış. Natali Medina Türkçeye çevirmiş, Rıfat Bali ise yayına hazırlamış. Yazan da Türkçeye çeviren de, yayına hazırlayan da mükemmel bir iş çıkarmışlar.

Kitabın yazarı Erol Haker, Adato ailesinden gelmektedir. Soyisimlerini Cumhuriyet ilan edildikten bir süre sonra değiştirmek zorunda kalırlar. Ayrıca doğan çocuklara da Türkçe isimler vermek zorunluluğu doğar.

Adato Ailesi, 1800 yılında yerleşir Kırklareli’ye. 1912 yılına kadar da orada yaşarlar. Yine 1912’de Kırklarelinde 1300 kadar Yahudi yaşamaktadır. 1997 de ise yaş ortalaması 70’şin üzerinde sadece 7 Yahudi kalmıştır kentte.

Yazdım ya, kitap olağanüstü güzel... Ben, ilginç bulduğum 1900 lü yılların başında uygulanan birkaç adetten bahsetmek için kitapdan alıntı yapacağım:

Genç bir insan öldüğünde cenaze sinagoga ve cenaze taşıyıcısına emanet edilmeden önce beyaz bir çarşafa sarılır ve aile üyeleri yerde yatan merhumun çevresinde bir daire halinde çömelirlerdi. Orada bulunanlar feryat figan ağlayarak üzüntülerini ifade ederler, yakın bir geçmişte sevdiklerini yitirdikten sonra bir kez daha yas tutanlar başta olmak üzere herkes ağıtlar okurdu.Taşıyıcılar gelip merhumu mezarlığa götürmek için kaldırdıklarında bağırış çağırış son raddeye varırdı.

Defin töreninden sonra merhumun evinde bir tören düzenlenir, cenazeye katılanlara hafif –günümüzün aksine gerçekten hafif- bir yemek (seouda) sunulurdu. Yemek için yere bir örtü serilirdi. Haham, sunulan yemekler arasında bir katı yumurta bulunmasını şart koşar ve ölü hakkında kısa ve standart bir konuşma yaparak şöyle derdi: “Ayine katılanlar gözeneksiz yumurtayı örnek alarak olanlar hakkında yakınmamalıdır. Tanrı öyle buyurduğu için ölmüştür”.

Tatlı olarak şeker yerine cenaze törenine uygun renginden dolayı siyah kuru üzüm sunulurdu. Yakınlarını yitirenlere bunu yemeleri söylenirdi.

Cenazeyi izleyen yedi günlük yas (Şiva) boyunca aile üyeleri ve arkadaşlar yakınların acısını paylaşmaya gelir, gelip giderken birbirlerine selam vermezlerdi. Ziyaretçilere yalnız kahve ve bir sigara ikram edilirdi. Erkekler bir oada kadınlar ise diğerinde yerde otururdu. İki odada yeni ölenlerle ilgili öyküler anlatılır ve adil olanların cennette alacakları ödüllerden söz edilirdi.   

Kitapta bana ilginç gelen adetlerden birisi de drahoma. Drahoma bildiğiniz gibi, evlenecek kızın ailesi tarafından damat adayına verilecek para. Para miktarı, kızın ailesinin maddi durumu ve damat adayının toplum içindeki durumuna göre değişiyor. Gelin olacak kızların ailesi şartlar ne olursa olsun, damat adayına belirlenen drahomayı ödüyor.

Bahsettiğim yıllarda çocuk ölümleri çok yaygın. 1915 yılında üç kızları çeşitli nedenle ölen bir aile, Viktorya isimli kızlarını Azrail’in elinden kurtarmak için, iyi arkadaş oldukları bir komşularına küçük bir para karşılığı satar. Satış işleminden sonra Viktorya evinden gitmediği halde, sanki satıldığı aileye gitmiş gibi, adresi orası gösterilir. Böylece, Azrail Viktoryayı almaya geldiğinde o adreste bulamayacaktır. Plan tutar! Viktorya 86 yaşına kadar yaşar ve mutlu bir evlilik yaparak, dört çocuk sahibi olur. Başka bir örnekte ise, çocuklar ölmesin diye, bizde “beşik kertmesi” yani beşikte nişanlılık olan yöntem uygulanıyor. Böylece Azrail çocukları almaya gelse bile, onlar nişanlı olduklarından, büyümeleri ve büyüdükten sonra evlenecekler diye, canlarını bağışlar diye düşünüyorlar. Nitekim bu yöntem de tutuyor ve çocuklar sağ kalıp, beşikte nişanlandıkları kişilerle evlenip, yaşlanıncaya kadar yaşıyorlar.

Bir de helal meselesi var dikkatimi çeken. İşte bu yüzden, bir Yahudinin, Yahudi olmayan birinin evinde yemek yemesi mümkün değildi. Ancak, bir durumda Yahudi iş adamı, kendisini davet eden Müslüman adamın yemek davetini kabul etmek zorunda kaldı. Yahudi Adamın Karısı o sabah tencere tava dahil birçok mutfak eşyasıyla daveti verecek olan  Müslüman adamın evine gitti. Yahudi Hanım, sabırla ev sahibine kaşer(helal) yemek pşirmenin kurallarını anlattı ve ayrıldı. Aslında bir Musevi’nin bir Müslüman’ın evinde yemek yemesi, bir Hıristiyan’ınkinde yemesinden daha kolaydır. Bu plan da gayet güzel çalıştı ve Yahudi tencere ve tavalarıyla pişen yemek, herkese helal oldu.

Kitapta daha bir sürü ilginç adet ve gelenekler var. Onları da bir başka sefere yazarım.

KIRKLARELİ’NDE YAHUDİLER VARDI