Gazete ve televizyon haberlerinde Suriye bölgesinde Kesab kasabasında yaşayan, önce 2 sonra 19 yaşlı Ermeni’nin Hatay'ın Samandağ ilçesine bağlı Ermeni köyü olarak bilinen Vakıflı'ya getirilme öyküsünü farklı kalemlerden farklı bir şekilde öğrendik. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi olarak Vakıflı Köyünde misafir edilen Kesablı Ermeniler’i ziyaret etmek dayanışmalarımızı iletmek partimizin tarihle yüzleşme üstüne politikalarına denk gelen bir davranış olacaktı. Öyle de yaptık. 8 parti üyesi olarak Antep’ten Hatay'a doğru yola çıktık. İçimde tarif edilmeyen karmaşık bir duygu yaşıyordum. Biz 21 yaşlı Ermeni ile görüşmeye gidiyorduk ancak, ben sanki doksan dokuz yıllık acıya dokunmaya, ortak olmaya, geçmişimizle yüzleşmeye gidiyordum.
Yaşamımda bir çok Ermeni arkadaşım, yoldaşım olmuştu. Ancak bu ziyarete giderken içimde utanç ve suçluluk duygusu gittikçe kabarıyordu. Geçmişimizle gerçek anlamda hesaplaşmış mıydık?
Ben bu düşüncelerle kıvranırken Halim Şefik Güzelson'un dizelerini mırıldanırken buldum kendimi. Şair diyordu ya bir şiirinde ''Konuştur beni / konuştur beni / en çok sustuğum yerden kanıyorum"
Yıllar önce ''geçmişin karanlık kalan her yönü bugünü iki misli karartır'' diye yazmıştım. Bugün bu yüzleşme bir başlangıç olur umuduyla Vakıflı köyüne varmıştık. Köyün girişinde bir çay bahçesi karşıladı bizi. İnsanlar çay bahçesine kahvaltı yapmaya gelmişlerdi. Köyün yerlisi olup İstanbul'da yaşayan Misak Hergel'i aradım telefonla. Hemen telefonda, "köyümüze hoş geldiniz" deyip bizi kilise yönüne çağırdı.
Arabalarımızdan inerken sanki kırk yıllık dost gibi karşıladı bizi Misak bey. Misak Hergel'i tanımayanlar konuşmasına bakarak bir Antakya yerlisi sanabilirdi. Kilisenin kapılarını açıp bizi içeriye alan Misak bey hemen köyün ve kilisenin tarihinden söz etmeye başladı. Kilisede bir din adamı varmış. Ancak İskenderun'da da Ermeni kilisesi olduğundan bir pazar İskenderun'da bir pazar Vakıflı'da oluyormuş. Tanışma imkanımız olmadı. Dini ayin sırası İskenderun'da bulunan Kilisedeymiş. 1994 yılında Necmettin Erbakan'ın iktidar ortağı olduğu zamanda Kilisenin restorasyonu için izin istenmiş ve yeni bir kilise yapımına izin alınmış.
Bize bu bilgileri aktaran Misak beye Kesab'tan gelen misafirleri görme isteğimizi hatırlatmasak daha anlatacak çok şeyi olduğunu söyleyebilirim. Misafirlerin kaldığı köyün iki misafirhanesi var. İlk misafirhaneye geldiğimizde misafirhanenin bahçesi oldukça kalabalıktı. Kameralar kurulmuş kimisi röportaj yapıyor, kimisi fotoğraf çekiyordu. Misafirhane bahçesinde köy muhtarı Berç Karton ile tanışıyoruz. Daha sonra vakıf başkanı Cem Çapar ile de tanışma fırsatımız oluyor.
Biz bahçede otururken misafir edilen Kesab'lı Ermeniler de yanımıza geliyorlar. Gurubumuzun tek kadını olan Berfin, elinde ki çiçeği Agop Curyan ve kardeşlerine veriyor. İnsanların yüzlerindeki gelecek kaygısı kırmızı, beyaz, pembe, yeşil, mor, sarı renkte çiçeklerin üzerine bir gölge gibi düşüyor.
Gelen gidenleri artık kanıksamışlar sanki Kesab'lı misafirler. Gelenlerin benzer soruları, benzer konuşmalar sanki bir tekrara dönüştüğünden sıkılmış gibi görünüyorlar. İçlerinde çok iyi Türkçe bilenlerde var. Medyaya yansıyan bilgiler kırık dökük dökülüyor ağızlarından. Önce bilinen öykünün bir kısa özetini paylaşmak isterim yeniden.
İki kadın Ermeni Kesab'dan Vakıflı'ya getiriliyor. Ardından bir hafta sonra 19 kişi daha geliyor. Bir genç kadını saymaz isek 50 yaşından 95 yaşına kadar farklı yaşlarda kadın erkek var gelenler arasında. Kimileri hasta, yatağa bağlı durumda.
Yanımıza önce Agop Curyan geliyor. 75 yaşında. Derdini anlatacak kadar güzel Türkçe biliyor. Diğer iki kardeşinin daha az Türkçe bildiğini söylüyor. Suriye'de savaş öncesi nasıl bir yaşamları olduğunu soruyorum. ''Gayet normal yaşayıp gidiyorduk. Toprağı ekip biçiyorduk. Siyaset nedir bilmedik ilgilenmedik. Köyümüzde Alevilerde vardı. Bir arada yaşıyorduk. Yirmi beş gün kadar önce köyün yakınlarında bombalar patladı. Çatışmalar yaşandı. Bir ara askerler çekildiler. Köyümüze (eliyle işaret ederek) uzun sakallı eli silahlı insanlar doldu. Bizi bir araya topladılar. Alevi olmadığımızı öğrendiklerinde size bir şey yapmayacağız dediler. Alevi olsaydınız sizi keserdik diye de eklediler.''
Kesab'da bulunanlara ne oldu dediğimde ''parası ve makinası (araç) olanlar Laskiye ye kaçtılar. Onlar önceden haber almışlar El Nusra’nın geleceğini" diyen Agop ''bizi Halep Yolunda bir çiftliğe götürdüler.15 gün orada kaldık.'' Ben köyünüze dönmek ister miydiniz dediğimde gözlerini uzaklara dikerek ''elbette köyümüze dönmek umudunu taşıyoruz. Biz burada çok hürmet görüyoruz ancak biz üretmeye çalışmaya alışmışız. Biz sadece ikramla yaşayamayız kendimiz yapıp kendimiz yemek istiyoruz'' dedi. Agop’a evlerinizi Kesab’ı işgal eden militanlar mı yağmalıyor yoksa başkaları mı dediğimde "Bizzat militanlar" diyor.
Agop Curyan'ı dinlerken Büyük hesapların, ulusal ve uluslararası siyasetin siyasetten uzak insanların yaşamlarını nasıl etkilediklerini düşündüm. Amin Maalouf'un Doğudan Uzakta adlı kitabında bir replik var anımsadım ''sen siyasetle uğraşmazsan siyaset seninle uğraşır'' diye. Agop siyasetle uğraşmasa da siyasetlere dayalı savaşların bir mağduru olmaktan kurtulamamış.
Sonra Antep'ten Halep'e giden Ermenilerden 2 kişi var bir tanışın dediklerinde bir başka heyecanla gurubun tümü onların kaldığı odaya gitmek istedik. Ancak yaş ve hastalık durumunu dikkate alarak 3 kişi odalarına gittik. Odada bir çift kişilik bir de tek kişilik yatak var. Tek kişilik yatakta bir nine var. Çift kişilik yatağın kenarında oturmuş 91 yaşında Nersis Tangukyan ile 66 yaşında Anahid Aharunyan var.
Anahid tıpkı tipik bir Antepli. Kesab'dan gelen bir Ermeni olduğunu bilmesek Antep'in yerlisi sanabilirdik. Bizi şaşırtacak düzeyde Türkçe/Anteplice konuşması bizi oldukça sevindirmişti. Sanki daha dün Antep’ten taşınmış birisi gibiydi. İstanbul'a giden bir Antepli bile şivesini değiştirebilirken Anahid sanki etrafında hep Antepliler var da şivesini değiştirmemiş gibiydi. Havuş (avlu, bahçe anlamında) demesi bile bizi gülümsetmeye yetti.
Bu hayat dolu kadınla konuşmaya nereden başlasak diye kıvranmaya başladım. Sen hep Kesab'ta mı yaşadın diye sordum.'' 6 ay Halep'te 6 ay Kesab da yaşıyorum'' dedi. Halep'te Nersis Tangukyan Ayakkabı üreten bir işletmenin sahibiymiş. ''Neredeyse savaş başlayalı iki buçuk yıldan beri Muamelat (işyeri) kapalı. Şu anda ne durumda, makinalar yerinde duruyor mu durmuyor mu bilmiyorum'' diyor. Gurubumuzun fotoğraf çekme gönüllüsü doktorun Kürt olduğunu öğrendiklerinde Anahid Nersisi göstererek '' Bunun yanında 20 den fazla Kürt çalışıyordu. Onları çok seviyorduk'' diyor ve ekliyor ''biz din dil farkı bilmeden hep birlikte bir arada yaşıyorduk. Nereden başımıza bunlar geldi bilmiyorum ki''
Anahid konuşurken duygulanıyor. El Nusra militanlarına ''bizi öldürün'' dedim diyor. "Siz Alevi değilsiniz size dokunmayacağız" dediklerini aktarıyor. Halep'te Nersis'in evi muhalif gurupların savaş karargahına dönüşmüş. 5 gün silahların bombaların gölgesinde yaşamışlar. Kesab'a giderek savaşın sıcaklığını yaşamayacaklarını düşünmüşler. Savaş bizi burada da buldu diyor mırıldanırcasına Nersis. Anahid "Halep’te evden dışarı çıktığınızda akşam eve döner misiniz belli değil" diyor. Kaç kez tekrarlıyor. Belli ki yaşadıklarından etkilenmiş. Nersis çiftlikte 15 gün yaşadıklarından çok etkilenmiş. Ayakları balon gibi şişmiş. Kürsüde saatlerce oturmuş. "Bir battaniye verdiler bize" diyor. Nersis'e Antep ile ilgili geçmişlerini soruyorum. ''Büyük babam değirmenciymiş. Doktor Şıvıt ile ( Amerikan Hastahanesi hekimlerinden. O dönemde misyoner biri olarak tanınırmış Antep'te) birlikte ava giderlermiş'' diyor.
Anahid ‘’kağıtlarımızı aldılar diyor. Bizi Beyrut'a göndermek istiyorlar. Ne yapalım gideriz hem benimde akrabalarım orada vardır'' diye ekliyor. Kesab'dan ne kadar insan kaçtı diyorum. Tam sayı vermemekle birlikte "3000 kişiden fazla" diyor.
Daha bir çok misafir ile tanışıyoruz. Hepsinde belirsizliğin yarattığı bir ruh hali hakim. Odalarında dinlenmede olanları rahatsız etmek istemiyoruz. Anlatılanlar birbirlerinin benzeri gerçek birer insan hikayeleri.
Bugün Antep’te 3 tane ayakta bulunan kilise var. Birisi benim de içinde yattığım, yıllarca cezaevi olarak kullanıldıktan sonra şimdi cami olarak kullanılmakta. Bir diğeri ise bugün Atatürk Müzesi haline getirildi. Üçüncü olarak yıllarca bir fabrikanın ( Bizzat Mustafa Kemal tarafından Ersoy ailesine verilmiş araziler içerisinde ) deposu olarak kullanılan bugün de Kültür merkezi olarak restore edilen bir kilisedir.
Sahi Kesab’lılar da yıllarca huzurla yaşadıkları topraklara dönecekler mi? Yoksa malları mülkleri yakılıp yıkılacak, talan edilecek tarih tekerrür mü edecek? Kesab'ın adı olsa da yaşayanlarının tüm izleri öncekiler gibi silinecek mi? Yüz yıllık acılarına yeni acılar mı eklenecek bilinmez…