Önce ben yapacaktım. İnanın bana! Helin Avşar’ın Rasim Ozan Kütahyalı röportajını görünce beynimden vurulmuşa döndüm! Nuray Mert tıraş makinesiyle kafamı üç numaraya vururken kendisiyle söyleşecektim. Planım buydu. Ancak Helin Avşar daha radikalini, daha marjinalini benden önce yaptı. Önce moralim çok bozuldu. Çünkü gazetecilikte bir kural vardır: “Yapılmış işi bir daha yapma!” Ama sonra neşem yerine geldi. Çünkü ben gazeteci değilim ahahaha!
Ne ben Helin Avşar kadar iyi bir röportajcıyım ne de Esra-Ceyda kardeşler Rasim Ozan Kütahyalı kadar liberal... Yine de elimizden geldiğince birbirimizle söyleştik. Röportajı benimle yapılmış gibi okuyabileceğiniz gibi, Esra ve Ceyda Ersoy’la yapılmış gibi de değerlendirebilirsiniz. O derece derin, yoğun, sert ve saçma sapan...
ESRA: Üslubunuz çok sert ve haşin değil mi?
AZİZ: Yok, değil.
CEYDA: Bu giriş bana Emile Ajar’ın ‘Onca Yoksulluk Varken’ kitabını anımsattı. Orada Momo diye bir çocuk vardır hani...
AZİZ: Biliyorum.
CEYDA: Onun da hayatın ürettiği sorulara karşı yanıtları hep bu denli yalın ve nettir. Gülüşmeler.
AZİZ: Gülüşmeler dediniz?
CEYDA: Doğru. Çünkü gülüşmelerdir yaşamı insan; insanı yaşamın ta kendisi kılan...
ESRA: Peki başka yerlerde haşin ve sert olabilir misin? Sana siz yerine sen demeyi tercih ettim izninle.
AZİZ: Rica ederim. Nasıl yerlerde mesela?
ESRA: Kimi mahrem yerlerde?
AZİZ: (Gülüyor) Öyle yerlerde ‘haşin’i sorgularım. Nedir haşin? Foucault’nun ‘iktidar’ı tanımlarken ortaya koyduğu haşinlik mi? Yoksa Dvorak’ın ‘Yeni Dünya’sındaki mi?
CEYDA: Senfoninin dördüncü muvmanından söz ediyorsun.
AZİZ: Evet, evet. Oradaki katarsis.
ESRA: İktidar ile bir sorunun mu var?
AZİZ: Türk erkeklerinin yüzde ellisinin iktidarla bir sorunu yok mu? (Gülüşmeler)
CEYDA: (Gülüşmeler)
ESRA: Ceyda, tamam, yeter artık?
AZİZ: Avrupa Birliği ‘projesi’ne nasıl bakıyorsunuz?
ESRA: Aynı anda hem hevesli hem de skeptikim, elbette.
CEYDA: Ben de. Bir neticeyi mi, bir süreci mi yoksa bir politik eğilimi mi konuşacağız, ona dikkatli karar vermek lazım.
AZİZ: Bence politik bir görüngeden bakalım.
ESRA: Bakın, Feroz Ahmad, ‘Modern Türkiye’nin Kuruluşu’ kitabında şöyle der: “If the history of modern turkey is any guide, it seems fair to conclude that the turks have shown the ability to deal creatively with the changing situations in the world order at least on two occasions”
AZİZ: (Gülüyor) Bir de Trabzon’un Faroz semti var. Kolbastı’nın orada doğduğu söyleniyor.
ESRA: İşte kastettiğim ‘yaratıcı yetenek’ tam olarak bu.
AZİZ: Cumhuriyetin mimarisinde bu harç biraz eksik mi kaldı sizce?
CEYDA: Atatürk’ü seviyor musun?
AZİZ: Seviyorum. Babamı ve annemi sevdiğim gibi seviyorum. Annem beni küçükken “Acaba bu oğlan Atatürk’ü az mı seviyor” endişesiyle sık sık döverdi.
ESRA: ‘Ben’in ‘öteki’ne yaptığı vülgarlık. Tehlikeli ya da en iyi ihtimalle dönüştürücü.
CEYDA: Olayın bir de diğer veçhesi var. Ve tam da bu sebeple Türkiye dönüşümünde de facto bir ‘genleşme’den söz edemiyorum.
AZİZ: Her şeyi sürekli tırnak içine alıyoruz?
ESRA: Tırnak içi, Türkiye gibi bir yerde “tırnağın dışı”ndan her zaman daha güvenliklidir (Gülüşmeler)
CEYDA: Televizyonculuk maceranız nasıl başladı?
AZİZ: Ünlü olmayı ve herkes tarafından tanınmayı çok istiyordum. Bunun için her gün şınav ve mekik çektiğim dönemler olmuştur. Televizyonda ünlü olmuş kişilerin her birine yüzlerce mektup yazdım. Mahmut Tuncer, Yalçın Çakır... Daha kimler kimler. Sonunda birinden yanıt aldım ve başladım. Ama Türk televizyonculuğu hala ittihatçı alışkanlıklarından kurtulamamıştır.
ESRA: Nasıl yani?
CEYDA: Bir yanı batıya dönük, ama aynı anda doğunun köhneliğinden beslenen, fırsatçı, hem nalına hem mıhına bir yayın politikası anlamında, belki?
AZİZ: Kesinlikle! Zaten 70’lerin sol hareketi de çok dandikti. Aslında şunu söylemem en dürüstçe tavır olurdu: Benden başka hemen herkesin çok dandik olduğunu düşünüyorum. (Gülüşmeler)
ORDU’YU ÇOK SEVERİM
ESRA: Ordu’ya bakışın nasıl?
AZİZ: Ordu il merkezi 41? kuzey paraleli ve 37? ve 38? doğu meridyenleri arasında, Karadeniz Bölgesi ‘nin, Doğu Karadeniz bölümünde yer almaktadır. İlin kuzeyini Kuzey Anadolu dağlarının kıyı sıraları kaplamaktadır. Kıyılara yakın tepelerle başlayan bu dağlar içeri doğru gittikçe yükselir. Ordu, Giresun ve Sivas ilinin birbirlerine komşu olduğu kesimde 3.000 metreyi bulmaktadır. Ordu ili ve Giresun aynı il gibilerdir.
CEYDA: Aziz, bu sence de berbat, iğrenç bir espri olmadı mı?
AZİZ: (Gülüşmeler). Oscar Wilde’ı hatırlayalım: “Hayattaki en doğru şey, mümkün olduğunca yapay olmaktır”
İSİMLER VE ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
ESRA: Peki, şu iki ismin sana ne ifade ettiğini kısaca anlatır mısın?
AZİZ: Paralojiye düşmeyiz inşallah.
CEYDA: (Gülüyor) Sanmam. İlk isim: Kıvanç Tatlıtuğ
AZİZ: İnanılmayacak kadar bir yakışıklılık abidesi kadar mükemmel. Ayrıca benden daha ünlü!
CEYDA: İkinci isim. Ahmet Hakan?
AZİZ: 60’ların caz müziği çok dandikti. Türkiye’de ve dünyada. Bebop’la caz kurtuldu diyebilirim. Herkesin Miles Davis’e borçlu olduğunu düşünüyorum.
ESRA: Ahmet Hakan’ı yanıtlamadın. (Gülüşmeler)
AZİZ: Evet, gülüşmeler.
CEYDA: Çok teşekkür ederiz.
AZİZ: Bilmukabele...
Ne ben Helin Avşar kadar iyi bir röportajcıyım ne de Esra-Ceyda kardeşler Rasim Ozan Kütahyalı kadar liberal... Yine de elimizden geldiğince birbirimizle söyleştik. Röportajı benimle yapılmış gibi okuyabileceğiniz gibi, Esra ve Ceyda Ersoy’la yapılmış gibi de değerlendirebilirsiniz. O derece derin, yoğun, sert ve saçma sapan...
ESRA: Üslubunuz çok sert ve haşin değil mi?
AZİZ: Yok, değil.
CEYDA: Bu giriş bana Emile Ajar’ın ‘Onca Yoksulluk Varken’ kitabını anımsattı. Orada Momo diye bir çocuk vardır hani...
AZİZ: Biliyorum.
CEYDA: Onun da hayatın ürettiği sorulara karşı yanıtları hep bu denli yalın ve nettir. Gülüşmeler.
AZİZ: Gülüşmeler dediniz?
CEYDA: Doğru. Çünkü gülüşmelerdir yaşamı insan; insanı yaşamın ta kendisi kılan...
ESRA: Peki başka yerlerde haşin ve sert olabilir misin? Sana siz yerine sen demeyi tercih ettim izninle.
AZİZ: Rica ederim. Nasıl yerlerde mesela?
ESRA: Kimi mahrem yerlerde?
AZİZ: (Gülüyor) Öyle yerlerde ‘haşin’i sorgularım. Nedir haşin? Foucault’nun ‘iktidar’ı tanımlarken ortaya koyduğu haşinlik mi? Yoksa Dvorak’ın ‘Yeni Dünya’sındaki mi?
CEYDA: Senfoninin dördüncü muvmanından söz ediyorsun.
AZİZ: Evet, evet. Oradaki katarsis.
ESRA: İktidar ile bir sorunun mu var?
AZİZ: Türk erkeklerinin yüzde ellisinin iktidarla bir sorunu yok mu? (Gülüşmeler)
CEYDA: (Gülüşmeler)
ESRA: Ceyda, tamam, yeter artık?
AZİZ: Avrupa Birliği ‘projesi’ne nasıl bakıyorsunuz?
ESRA: Aynı anda hem hevesli hem de skeptikim, elbette.
CEYDA: Ben de. Bir neticeyi mi, bir süreci mi yoksa bir politik eğilimi mi konuşacağız, ona dikkatli karar vermek lazım.
AZİZ: Bence politik bir görüngeden bakalım.
ESRA: Bakın, Feroz Ahmad, ‘Modern Türkiye’nin Kuruluşu’ kitabında şöyle der: “If the history of modern turkey is any guide, it seems fair to conclude that the turks have shown the ability to deal creatively with the changing situations in the world order at least on two occasions”
AZİZ: (Gülüyor) Bir de Trabzon’un Faroz semti var. Kolbastı’nın orada doğduğu söyleniyor.
ESRA: İşte kastettiğim ‘yaratıcı yetenek’ tam olarak bu.
AZİZ: Cumhuriyetin mimarisinde bu harç biraz eksik mi kaldı sizce?
CEYDA: Atatürk’ü seviyor musun?
AZİZ: Seviyorum. Babamı ve annemi sevdiğim gibi seviyorum. Annem beni küçükken “Acaba bu oğlan Atatürk’ü az mı seviyor” endişesiyle sık sık döverdi.
ESRA: ‘Ben’in ‘öteki’ne yaptığı vülgarlık. Tehlikeli ya da en iyi ihtimalle dönüştürücü.
CEYDA: Olayın bir de diğer veçhesi var. Ve tam da bu sebeple Türkiye dönüşümünde de facto bir ‘genleşme’den söz edemiyorum.
AZİZ: Her şeyi sürekli tırnak içine alıyoruz?
ESRA: Tırnak içi, Türkiye gibi bir yerde “tırnağın dışı”ndan her zaman daha güvenliklidir (Gülüşmeler)
CEYDA: Televizyonculuk maceranız nasıl başladı?
AZİZ: Ünlü olmayı ve herkes tarafından tanınmayı çok istiyordum. Bunun için her gün şınav ve mekik çektiğim dönemler olmuştur. Televizyonda ünlü olmuş kişilerin her birine yüzlerce mektup yazdım. Mahmut Tuncer, Yalçın Çakır... Daha kimler kimler. Sonunda birinden yanıt aldım ve başladım. Ama Türk televizyonculuğu hala ittihatçı alışkanlıklarından kurtulamamıştır.
ESRA: Nasıl yani?
CEYDA: Bir yanı batıya dönük, ama aynı anda doğunun köhneliğinden beslenen, fırsatçı, hem nalına hem mıhına bir yayın politikası anlamında, belki?
AZİZ: Kesinlikle! Zaten 70’lerin sol hareketi de çok dandikti. Aslında şunu söylemem en dürüstçe tavır olurdu: Benden başka hemen herkesin çok dandik olduğunu düşünüyorum. (Gülüşmeler)
ORDU’YU ÇOK SEVERİM
ESRA: Ordu’ya bakışın nasıl?
AZİZ: Ordu il merkezi 41? kuzey paraleli ve 37? ve 38? doğu meridyenleri arasında, Karadeniz Bölgesi ‘nin, Doğu Karadeniz bölümünde yer almaktadır. İlin kuzeyini Kuzey Anadolu dağlarının kıyı sıraları kaplamaktadır. Kıyılara yakın tepelerle başlayan bu dağlar içeri doğru gittikçe yükselir. Ordu, Giresun ve Sivas ilinin birbirlerine komşu olduğu kesimde 3.000 metreyi bulmaktadır. Ordu ili ve Giresun aynı il gibilerdir.
CEYDA: Aziz, bu sence de berbat, iğrenç bir espri olmadı mı?
AZİZ: (Gülüşmeler). Oscar Wilde’ı hatırlayalım: “Hayattaki en doğru şey, mümkün olduğunca yapay olmaktır”
İSİMLER VE ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
ESRA: Peki, şu iki ismin sana ne ifade ettiğini kısaca anlatır mısın?
AZİZ: Paralojiye düşmeyiz inşallah.
CEYDA: (Gülüyor) Sanmam. İlk isim: Kıvanç Tatlıtuğ
AZİZ: İnanılmayacak kadar bir yakışıklılık abidesi kadar mükemmel. Ayrıca benden daha ünlü!
CEYDA: İkinci isim. Ahmet Hakan?
AZİZ: 60’ların caz müziği çok dandikti. Türkiye’de ve dünyada. Bebop’la caz kurtuldu diyebilirim. Herkesin Miles Davis’e borçlu olduğunu düşünüyorum.
ESRA: Ahmet Hakan’ı yanıtlamadın. (Gülüşmeler)
AZİZ: Evet, gülüşmeler.
CEYDA: Çok teşekkür ederiz.
AZİZ: Bilmukabele...