Bir geziden kalanlar

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Eşimin yıllardır ısrarla istediği Akdeniz’de bir gemi seyahatini senelerdir ertelemekteydim.Bu itirazımın bir nedeni vardı benim için. Bir yerde, bir mekanda uzun zaman oturmak beni ziyadesi ile sıkardı. Mutlaka dolaşıp mekan değiştirmeyi çok sevmekteydim. Gemi seyahatinde kendimi metal bir konserve kutusunun içinde hapsedilmiş hissetmemden olsa gerek, deniz seyahatini hiç sevmiyordum.

Istanbul’da adada eve giderken ve adadan Bostancı’ya gelirken sıkıntıdan patlardım.Gazetelerin reklamlarını bile okuyup bitirince, elime tespihimi alıp sabır çekmeye başlardım.Yurt dışında bir toplantı için Amerika’ya gitmem gerekti.Eşime benimle gelmesi için israr ettim. Bir şartla kabul edeceğini söyledi. Bende şartını kabul ettiğimi kendisine söylediğimde,  bir gemi turu ile bu seyahati birleştirmek fikrini ortaya attı.

Eh nede olsa 45 senelik bir evliliğin seneyi devriyesi adına böyle bir seyahate itiraz etmedim. Bu nedenle Miami çıkışlı bir gemi ile Bahama adası, Saint Thomas, PortoRico bağlantılı  SanjuanAdası  ve Grant Turk Adası2nı kapsayan bir turun biletlerini aldık.

Istanbul’dan Miami’ye gelip orada bir gece kalarak gemiye giriş yaptık.Gemide kamaramız balkonlu bir oda ve 9’uncu katta idi. Bir yatak odası, minyatür banyo ve tuvaleti bulunanbu mekan, bir hafta boyunca içinde barınacağımız odamızdı. Yerleştikten sonra gemiye gelenleri izlemek için girişteki lobiye inerek gelenleri seyretmeye başladık.

Her içeriye giren gurup kişileri gördüğümüzde gözlerimize inanamadık.Gemiye gelenlerin çok büyük bir çoğunluğunun obez ve çok şişman olduklarını seyrederken, kendimize bakıp halimize şükretmeye başladık.İnanılması güç bir manzara idi. Şişmanlıklarını tarif etmem mümkün değil, bilhassa koyu derili Amerikalılar’ın teşkil ettiği çoğunluk 140 kilo desem, rakamlar hafif kalır. Hani bazı havayollarında ‘access baggage ‘ fazla bagaj adı altında ücret alınır ya , belki dedim kendi kendime bu ücretten kaçmak için gemi ile seyahat etmeyi tercih etmekteler. İnanılması zor, seyri ise pek hoş olmayan bu görüntüden rahatsız olarak üst güverteleri ve geminin içini keşfe çıktık.

Her katta geminin yanlarına rastlayan yerlerde balkonlu odalar bulunmaktaydı.Dalganın etki edeceği sevilerde ise büyük lambozlu balkonsuz odalar mevcuttu.Geminin 9’uncu katında bir birine bağlı dört büyük açık büfe lokanta yerleştirilmiş, masalar sabit, sandalyeler ise serbest bulunmakta idi.Geminin hem ön kısmında hemde arka kısmında bir küçük havuz vardı. Hani Denizli deyimi ile ‘’ÇİMME’’ havuzu gibi 4 metreye 4 metre, kare havuz, 1.20 metre derinlikte idi. Bu havuzun etrafında dört köşede yuvarlak 6-8 kişinin girip oturabileceği Jakuzi vari yuvarlak havuzlarda mevcuttu.Havuzun bir köşesinde dev bir sinema ekranı ve yanlarda içki servisi veren barlar mevcuttu. 

Birden üst güvertenin bir köşesinde temiz örtüler örtülmüş başka bir lokantanın varlığını keşfettik.Burası paralı yemek yenen, alakart servisi bulunan lokantada kişi başı 35 dolar ücrete tabi idi.Geminin arka tarafında giriş katında kapalı bir mekanda anfi tiyatrosunun büyüklüğüne hayran kaldık.Tiyatro katından bir kat yukarısında çocuklar için kreş gibi bir servisin olduğunu ilgi ile seyrettik.

Bir kat üstünde ise sağlık merkezi, erkekler için sauna ve masaj yerleri olduğu kadarkadınlar içinde ayrı bölüm bulunmaktaydı. Bütün bu yerleri keşfetmek için dolaşırken 980 metre uzunluğundaki geminin her yerini öğrenmemiz zaman alacağınıda anlamıştık.En üst güvertede ağlarla kaplı bir mekanda voleybol ve basketbol sahaları bulunmaktaydı.

Geminin bacasının etrafına tartan pistle yürüyüş parkuru konulması çok güzeldi.Bu parkur yani bacanın etrafı 162 metre idi.Altı tur yapıldığında 1 kilometrelik bir yürüyüşe tekabül etmekteydi.Akşam karanlığının yavaş yavaş etrafa çöktüğü bir saatte gemi iskele alıp, halat çözdü ve biz yavaş yavaş limandan ayrılmaya başladık.

İlk durak ertesi günün sabahı Bahama Adası’nın büyük şehri Nassau olacaktı.Bavullarımızı yerleştirip, giysilerimizi değiştirerek yemek yenilen mekana geldiğimizde gördüğümüz manzara inanılmazdı.Kilolarından dolayı yürümekte zorluk çeken çok şişman, genelde zenci halk, tabaklarını yemekle doldurmuş olduklarını izlemek, bizim yemek yeme de tereddüt etmemize neden oldu.

Ufak birer tabak yemek alarak bir kenarda yemeğimizi yedikten sonra üst güvertede geminin Atlantik Okyanusu’nda seyrinin keyfini yaşamaya koyulduk.

Dile kolay bir 45 sene evliliğimizde ilk defa böyle bir tura katılmaktaydık.Gecenin bir ilerleyen saatlerinde odamızın balkonundan, ay ışığında uçsuz bucaksız deryayı seyre daldık. Daha sonra yorgunluğun rehaveti ile sabah ola hayır ola diyerek günü sona erdirdik. Geminin sallanması ve sesli yol alması derin uykumuza bir ninni gibi gelmişti. Gemide sabah erken olmakta, uyandıktan sonra denizi seyretmek için balkonumuza çıktığımızda, Nassau Adası’na yaklaşmaya başladığımızı gördük. Birde denize baktık, yine ağzımız açık kaldı. Gemi ile yarışan ufak uçan balıkları seyretmek, hayatımda şahit olduğum ender hadiselerden  biriydi. Denizin üzerinde uçan balıklar, sanki gemi ile yarış edercesine idi ve uzun mesafeler uçmaktaydılar.Hemen video kameramı çalıştırdım ve her suyun üzerine çıktıklarında 20 saniye süren bu uçuşlarını tesbit ettim.24 mil süratle giden bir geminin yanında 20 saniye yan yana uçmak bana çok enteresan gelmişti.

Gemi bir saat içinde limana girdi ve iskeleye bağlandı.Hemen gemiden karaya çıkarak bir turla anlaştık, dokuz kişi bir araca girerek rehberimiz araç şoförü, bize görülecek yerleri gezdirdi.Aslında bu ada Christopher Colomb’un ilk karaya ayak bastığı yer olarak anlatıldı.Adada bütün devlet daireleri ve resmi binaların pembe boyalı olduğunu tesbit ettik.

Taksi şoförüne bu soruyu yönelltik, “Neden pembe?”  ‘’Mutlu insanların yaşadığı mekanın tarifi pembedir’’ diye cevabı aldık.Doğru olup olmadığı üzerinde tartışmadık, amma şehirde bir çok zengin bulunduğunu, yerli halkın ise teneke evlerde yaşadığına şahit olduk.

Parlamento binalarına geldiğimizde ne bir polis vardı koruyan, ne bir askere rastlamadık.Washington’daki Kapitol binasının minyatürünü andıran parlamento binasına, ellerimizi kollarımızı sallayarak girdik.Resimler çektik, hatta Noel için binayı ziyarete gelen çocuklarla fotoraf çektirdik.  Bir kaç saat süren bu şehir turu için verilen 20 dolara değmekte.

Verilen sürenin bitmesine vakit varken gemiye geri döndüğümüzde, öğle saatini geçmişti.  Kısa bir süre sonra ikinci durağımız olan St. Thomas Adası’na doğru gemi yola çıkarken, bizde devamlı değişen çevre ile acıkan karınlarımıza bir kaç lokma koymak adına yemekhaneye yöneldik. Aman tanrım ne görelim, devamlı acıkan ve devamlı yemek yiyen gurup, gemiyi terk edip adayı gezmediklerini, öğle yemeğinde bilmem kaçıncı turu yaptıklarını anladık.

Kısa süren yemeğimizden sonra balkonlu odalarda kalanların değişik bir mekanda, garsonların servis yaptığı lokantada yemek yendiğini öğrenmemiz iyi olmustu. Akşam bize ayrılmış olan masamızda makul bir akşam yemeği yemek için plan yaptık.

İkinci adaya iki gece bir gündüz gidecektik.Bu nedenle bütün gün gemide ne yapabilirim diye düşündüm.Yeni romanım için iyi bir başlangıç olabilirdi ve nitekim öyle oldu.Sadece o akşam yemeği için lokantaya mecburi takım elbise ve papyonlu bir şekilde geldiğimiz de, kapıda esmer lokantanın Cezayirli şefi karşıladı.

“Mr. Metin dün akşam neden gelmediniz. Masanız boş kaldı”  diyerek bizi masamıza götürdü.

Kısa olmayan bir sohbette adının HATEM olduğunu ve 21 senedir bu gemide lokanta şefi olarak çalıştığını söyledi.

Geleceğimiz adada gitmemiz gereken pilajında ismini tavsiye ederek, yemekler konusunda bir kaç bilgiyi bizimle paylaştı.Çok güzel bir akşam yemeğinden sonra kamaramıza çekilip sabaha güzel bir adaya ayak basmak ümidi ile uykuya daldık.

Sabahleyin yine uyandığımızda geminin etrafında kahve rengi martı türünden kuşların uçtuğunu görünce bir adaya yaklaştığımızı anladık.

St.Thomas Adası Karaibler’de ufak bir çok koyu bulunan, yemyeşil bir ada.Suyun rengi bile ne mavi ne de yeşille tarif edilebilecek bir renkteydi.Gemi limana bağlanmasıyla hemen kendimizi dışarı attık.Küçük sırt çantalarımızda havlularımız ve mayolarımızla bizi pilaja götürecek bir vasıtaya bindik.Kumu çok özel olan MAGENS koyundaki pilajının dünyanın en güzel 10 pilajı içinde olduğunu söylediler.Serinlemek için kendimizi hemen suya attık.Çok hızlı derinleşen bu denizde yüzmeye doyamadım. Gemiye dönme zamanı gelince  bizi götürecek araca binerken keşke biraz daha kalsaydık diye üzüldük.

Gemiye geri döndüğümüzde akşam oluyordu.Odalarımıza çıkıp akşam yemeği için hazırlık yaptık.Lokantaya akşam yemeği için indik. Bize ayrılan masada akşam yemeği ile bir başka lezzeti tabaklarımıza taşımışlardı. Gemide büyük birde kumarhane bulunmaktaydı.Burada sigara içmek serbest olduğundan bu mekana pek uğramadık.Burayı uzaktan izlemek keyifli idi.İnsanların şuursuzca para kaybetmelerine pek mana veremediğimden, bu mekan bana hep ecnebi gelir. Akşam yemeğinden sonra gittiğimiz tiyatroda interaktif  seyirci oyuncu müşterek sergilediği oyun, hiç yoktan izlenebilir bir gösteri idi. Bir günü daha kapatarak bir sonraki durakta nelerle karşılaşacağımızı düşünmeye başladık.

Sabahın erken saatinde Puerto Rico Adası’na bağlı San Juan Adası’nda geminin limana bağlanmasını izleyerek, hemen karaya çıktık.Bir araçla ada turu aldık ve adanın kale surlarına hayran kaldık.

Bir kaç metre kalınlığında inşaa edilmiş olan bu kale duvarlarının yapımı kırk sene kadar sürmüş. Fakat hiçbir savaş görmemiş bulunan bu kale şimdi yıpranmamış haliyle turistleri cezbetmekte. Çok güzel bir tavernaya oturduk .Yörenin içkisi olan tropikal meyvelerle yapılmış bir kadeh Margaretta’yı yudumlarken hava sıcaklığının 29 derece olduğuna şahit olduk.Çok güzel bir Havana müziği mekanı dolduruyor, denizi seyredip etrafı temaşa etmek, insana başka bir haz vermekte idi.  Bugünüde kapamak üzere verilen saat sonunda gemiye geri döndük.

Miami’ye geri dönüş yolunda bir sonraki gün Grant Türk Adası’na uğrayacaktık. O gece Türkiye’den Merkez Bankası elemanı bir gençle eşine tesadüf ettik. Kısa sohbette laf Grant Türk Adası’nın adı ve  anlamının nereden geldiği üzerine sohbet ettik. Hani bir tarihte SerVekil’in İddia ettiğine göre Amerika’yı  Türkler keşfetmiş. Adada yetişen bir tür Kaktüsün fes biçiminde büyüyen çiçeğinden dolayı bu adaya Grant Türk adı verildiği de rivayet edilmekte.

İnsana mantıklı geldiğini düşünmekteyim.Aynı soruyu 21 senelik Şef olan Hatem Bey’e yönelttim.Aldığım cevap benim daha ilgimi çekti.Bu adalar yani Bahama ve Karaibler 1500’lü senelerde Müslüman Türk denizciler tarafından yerlilerden alınmış.  

Adada yaşıyan yerlilere küçük bir  yer verilmiş , ellerindeki kalyonlarla Karaibler’de ticaret gemilerini haraca kesmişler. Daha sonraları bu yerleri İngilizler ele geçirmiş, İngiliz kolonisi haline getirmişler.

Aslında SerVekil’in söylediği sözde gerçek olma ihtimali yüksek. Gazetelerde okuduğumda bende onunla alay etmiştim. Ama şimdi düşüncelerim Grant Türk Adası’na varınca değişti.Sahilin dibine bağlanan gemiden çıkar çıkmaz, Karaibler’in ılıman sularına kendimi bırakıp sahil boyunca doyasıya yüzmeye başladım. Gün sona erinceye kadar denizden çıkmadım, nede olsa Türk leventlerinin kol gezdiği adada, kendi adamızda yüzüyordum. Bir kaç yerli halkla konuşurken Türk kelimesinin nereden geldiğini sordum.Hiçbir doğru cevap almadım.  

Bir hafta göz açıp kapayıncaya kadar sona erdi. Çıkış yerimiz olan Miami limanına geldiğimizde çok güzel bir hafta geçirmenin mutluluğu vardı bizlerde.

Genelde dinlenmek isteyenlere tavsiye edebileceğimiz bir seyahat olan Karaibler turu, bizim katıldığımız uzun olanı idi.Bu gezinin birde kısa turu olanı var, fakat mutlaka uzun olanının tercih edilmesi gerektiğine inanmaktayım.

Metin Atamer                

Bir geziden kalanlar