Sabun üzerine...
Gündelik hayatımızın en önemli temizlik aracı sabundur... Antep, bir zeytinyağı kenti olduğu için çocukluğumuzdan beri zeytinyağlı yeşil sabunu kullanmaya alışkınız. Kokulu, renkli, cicili bicili sabunlar çıkınca zeytinyağlı sabunu beğenmedik, bir kenara attık. Kısa bir süre içerisinde cicili bicili sabunların foyası ortaya çıktı, tekrar büyük bir şevkle zeytinyağlı, defne yağlı sabunlara yöneldik...Çünkü zeytinyağlı sabunlar, gıda maddesi olarak kullanılmayacak yüksek asitli zeytinyağından yapılsa da yine de diğer boyalı bicililerden daha iyi idi... En azından diğerlerine göre doğaldı, güvenilirdi...
Şule ve Aziz Bengi ile kurban bayramı sırasında Gökçeada’da tanışmıştım. Özel şirketlerde en üst düzey yönetici konumuna gelen bu çift, İstanbul’dan bıktıkları için kendilerini Gökçeada’ya atıp, orada yeni bir yaşam kurmuşlardı. Aziz Bey’in üretime aşırı merakı ve “adada oturmuşken herşeyimi kendim imal edeyim” merakı, onu sabun imal etmeye yöneltmişti. Ürettikleri sabunları dostlarına hediye olarak verince çok beğenildi. Artık daha fazla üretip, ticari hale getirmenin vakti gelmişti. Bengi çifti, büyük bir ciddiyetle bu işi yaptılar ve butik otellerden, kendileri bizzat sabun imal eden sabunculara kadar ürünlerini satmayı başardılar.
Şule Hanım ve Aziz Bey’in müşterilerinden birisi de benim artık... Bayağı bir süredir, saçlarımı şampuan denilen deterjanla yıkamak istemiyordum... Çünkü biliyorum ki, bunun en iyisi, en pahalısı bile deterjan! Nitekim saçlarım boya yüzü görmediklerinden, kalıtsal olarak edindiğim şartlardan ve doktor tavsiyesini dinlemekten oldukça sağlıklı. Ancak, yine de şampuan deterjanı ile yıkadıktan sonra bir avuç dökülüyor, Allah’ın bir lutfu, yerine yeniden yenisi çıkıyordu... Yani ben, çaresizlikten bile bile o cicili bicili detarjanı kafama sürüyordum... Kendime göre, doğala yakın veya az zararlı aklı başında şampuan almak için ne kadar uğraştım bilseniz... Ünlü bir marketin sadece bir köşesinde satılan Alman malı, pahalı şampuandan tutun, “benim şampuanım herkesinden iyidir, hammadeyi fazla kullanıyorum” diyen iş adamının şampunanına kadar hepsini kullandım. Saçlarım sağlıklıydı ama, yıkandıktan sonra dökülmeye devam... Aman yanlış anlamayın, dökülüyor dedimse, bu beni fiziki olarak rahatsız edecek boyutta değil... Yerine çıkıyor! Tamam da benim saçım yıkandıktan sonra niye dökülüyor onu bulmaya çalışıyordum... Haa, bu arada bizim ünlü zeytinyağlı, defne yağlı sabunları da denedim... Aman Allahım! Onlarla yıkadıktan sonra saçım bir tuhaf oluyordu, insan içine çıkmama imkan yoktu... Düzeltmek için ben yeniden şampuan deterjanı ile yıkıyordum!
Şule Bengi ile defalarca telefonla konuştum, bana “sabun konusunda bildiğiniz herşeyi unutun!” dedi. İtiraf edeyim biraz tuhaf karşıladım! “Ben neler biliyorum, neler denedim, haberiniz var mı?” demedim tabii, sustum! Şule Hanım bana birkaç çeşit sabun verdi. “Bunlarla saçımı yıkayabilir miyim?” dedim. “Evet bilginiz için, bizim çam veya defne sabunumuzla yıkarsanız daha da iyi edersiniz, zira onları saç yıkamak için hazırladık” dedi. Kendilerinde kalmamıştı, Gökçeada’da ki dükkandan aldım, dediği sabunları. Sıra saçımı yıkayamaya geldiğinde, hiç düşünmeden sürdüm kafama... Eveeet... ikinci üçüncü yıkamadan sonra farkı hemen gördüm... Saçım artık dökülmüyordu... Tabii ki doğal olarak birkaç tel düşüyordu aşağı, ama her zaman ki yıkanmadan sonra elime tutamla gelen saçlardan eser kalmamıştı...
Aziz Bey’le röportaj yaptım ve galiba İmroza sabunlarının neden diğerlerinden farklı olduğunu anladım! Bizim geleneksel yöntemde, zeytinyağı kaynatılarak içerisine kostik konuyor, fazla kostik en son aşamada tuzlu suyla yıkanıyordu. Tuzlu su kostiği yıkadığı gibi gliserini de ortamdan alıyor ve sabun bu şekilde imal ediliyordu. Yani sabunun içerisinde gliserin kalmıyordu. Halbuki Aziz Bey, imalatını Marsilya usulü, soğuk yöntemi benimseyerek yapıyordu. Yağı kaynatmak yerine ısıtıyor, belli sıcaklığa erişince, elindeki tarife göre ölçü miktarda kostik ilave ediyordu. Bu şekilde, yağ kaynamadığı için değer kaybetmiyor, içerisine biberiye, lavanta, gül yağı, çam, terebentin gibi yağlar ilave ediliyordu. Yine kaynatılmadığı için yağın içerisinde ki gliserin açığa çıkmıyor, içinde kalıyor, benim saçıma zarar yerine fayda verir hale geliyordu. Üstelik, gliserin içinde kaldığı için, ellerimizi yıkadığımızda sabunun verdiği kuruluk görülmüyor, aksine cildi gliserinin beslediğini hissedebiliyordunuz. Aziz Bey’in söylediğine göre, sabuna ilave edilen lavanta ve gül yağı gibi maddeler, sadece koku vermez, cildi temizlemenin yanısıra antiseptik özelliğe de sahipmiş.
İmroza sabunları internetten ve satış noktalarından satılıyor. Pahalı olmasına rağmen, Doğu Anadoludan, Güneydoğu Anadoludan hatta yurtdışından müşterileri var. Sabununun ana hammesinin %70 şini zeytinyağı oluşturuyor. Sabunu imal ederken kostik, su ve yağmur suyu kullanıyor. Yağmur suyunu biriktirmek için aynı zamanda ev olarak kullandığı imalathanesine oluk sistemi yapmış. Oluktan akan yağmur suyu, Aziz Bey’in sabununu imal etmek için sarnıçlarda biriktiriliyor.
Masmana, Antep’te sabun yapılan yere verilen isimdi, ben çocukken. Hasan Remzi Çifçi, eski masmanaları şöyle sıralamış: Kürkçü Hanı arkasındaki Kürkçü Masmanası, Söylemez Pasajı yerindeki Söylemez Sait Masmanası, Gümüş Kasteli dolaylarında Yetkinler’in Masmanası, Büyük Pasajın yerindeki Kara Nazar Masmanası... Bugün, Kürkçü Han’ın sahibi Ökkeş Humanızlı halen sabun imalatını sürdürüyor. Sınıf arkadaşım Ökkeş’in mirasla devraldığı sabunun kalitesini muhafaza etmek ve daha ileri götürmek için titiz davrandığını ve çok çaba sarfettiğini biliyorum. Onunla da röportaj yaptım. Sabunun tarihini, ismin nereden geldiğini ve Ökkeş Humanızlı’nın geleneksel olarak devam ettirdiği sabun imalatını gelecek yazıda yazayım...