"Bir teselli ver..."

YAYINLAMA: 14 Aralık 2018 / 20.00 | GÜNCELLEME: 14 Aralık 2018 / 20.00

Maziye/geçmişe bakmak da özgüvenden doğan bir cesaret işi olduğunu bilirsiniz. Bugün geçmişe bakıp kimi değerlendirmeler yapmak istiyorum.
Benim gibi yaşlılık demine ulaşmışların geçmişe bakıp üzüldüğü çok konular var. Türk Sanat Musıkisinin altın sesi Müzeyyen Senar'ın seslendirdiği gibi;
"Ömrümüzün son demi son baharıdır artık
Maziye bir bakıver neler neler bıraktık
"
diye başlayan yakınma ve bir o kadar özlem dolu şarkısı şimdilerde en çok yaşıtlarımın ruhunu okşuyor olmalı.
"Maziye bir bakıvermek"mek bir ışık bulmak, dert anlatmak umuduyla yapılıyorsa o zaman Orhan Gencebay'ın "Gel gör şu halimi/Bir teselli ver" arayışına hak vermek gerekir o zaman.
Teselli/avuntu arayışına mı kaldık dersiniz.
İkinci Büyük Savaş sonrası dünya yanmış, yıkılmış durumda...
Fabrikalar tahrip olmuş, üretim durmuş...
İnsanlar perişan olmuş...
Barınacak ev yok, dünya açlık içinde.
Türkiye savaşa girmemiş, ama olası bir savaş durumu için hazırlığını yapmış, ülkede kimi ürünler karneye bağlanmış... Kimi zorunlu tüketim maddeleri denetim yetersizliğinden karaborsada satılır olmuş.
Türkiye de Avrupa gibi savaş sonrasının sıkıntılarını yaşıyor. Tasarruf önlemleri için çareler arıyor.
1946 yılında hükümet ulusal anlamda "Yerli Mallar ve Tutum Haftası"nı ilan etti.
Amaç, Türkiyede üretilen sanayii (henüz tam yok ya...) ve tarım ürünlerini öncelikle kullanmak/tüketmek...
Ve tüketirken de, kullanırken de tutumlu olmak, israf etmemek...
İlkokul ikinci sınıftayım.
Atatürk'ün ilk öğretmenlerinden Rahmetli Sadık Kayhan, tutumlu olmanın ve yerli malı kullanmanın önemini anlattıktan sonra; yarın bağımızda/bahçemizde yetiştirdiğimiz ürünlerden okula getirmemizi söylemişti. Ertesi gün sınıfımız bir büyük manav dükkanına dönüşmüştü. Nar, ayva, armut, elma, fındık, ceviz, pestil, dut, kayısı, incir, üzüm ve erik kurusu, hurma... Ne ararsan var.

Meğer diğer sınıflar da aynı hazırlığı yapmış...
Öğretmenimiz diğer sınıflar için birer meyve paketi yapıp, öğrenci arkadaşlarla gönderdi. Diğer sınıflar da bizim sınıfa...
Bu güzel uygulama yıllarca sürdü gitti.
Benim de, arkadaşlarımın da para biriktirmek için bankadan aldığımız kumbaralarımız vardı.
Savaş sonrası ya; sınıfta resim dersinde bir-iki arkadaşımızın kuruboya kalemini sınıfça kullanırdık. Silgilerimizi sıra arkadaşımızla ortaklaşa alırdık. Yamalı pantolon, önlük giyenlerimiz vardı.

Arsalarda futbol oynarken çaputtan yaptığımız topa çıplak ayakla vurur, gol atardık.
Yerli malı kullanma, tutumlu olma yıllarıydı bizim çocukluğumuz, gençliğimiz...
Avrupa 1950'li yıllarda toparlanma dönemini deneyimi/birikimi ile yaşadı, savaşın yıkımını üzerinden attı. 1960'larda sanayiini tekrar faaliyete geçirince ucuz işçi için Türkiye'nin kapısını çaldı.

Türkiye 1970'li yıllarda sanayileşme, kendi kendine yetme çabalarıyla önce sanayiin elektriğini sağlayacak barajları yapmaya kalkınca dışarıdaki kredi kaynakları nazlandı, ayrıca içeride de anarşi odakları hareketlendirildi...
1960 darbesinin üzerine yenileri geldi.

1980 darbesi sonrası da ekonomiyi yönlendirenler "Dünyaya açılma/bütünleşme" sevdasına yakalanınca israfın önü açılmış oldu.
Artan nüfusun yarattığı sosyal, kültürel, ekonomik, sağlık vb. sorunlar...
Dengesiz bir ihracat ve ithalat politikası...
İşte sonucu...
Türkiye, bırakın Avrupa'nın sanayi ürünleri pazarlama alanı olmasını; dünya tarım ürünlerinin de tüketim pazarına döndü.
Güney Amerika'dan ithal muz, ananas, avokado vb. tropikal ürünler manavların/marketlerin reyonlarında satılıyor şimdi.
Türkiye henüz sanayileşememiş bir tarım ülkesi; ama 2017 yılında 126 ülkeden 100'ün üzerinde meyve ve sebze ithal etti. Bunların içinde kavun/karpuz, elma, armut, ceviz, çilek vb. türler var.
12 -18 Aralık tarihleri arası eskiden " Yerli Mallar veTutum Haftası" olarak kutlanırdı. Şimdi öğrendim -moda oldu ya- bu ad " Tutum, Yatırım ve Yerli Malı Haftası" olarak
değiştirilmiş...
"Bir teselli veeeer!.."

"Bir teselli ver..."