On emir...
Ben sanal piramitlerin gücünü bir insanın başına açabileceği büyük işleri, aile büyükleri tarafından hiç yakınmadan yapılan bazı işleri kendi başıma yapmak zorunda kaldığımda anladım. Kavradın mı derseniz asla kavrayamadım ama anladım, yani katlanmak zorunda olduğum eziyetleri kabullendim. Bu ömür boyu çekilen çileyi derleyip toparlayıp on emir başlığı altında desteledim.
On yazılı emri (yaşamı sürdürmek için gerekli havadan, sudan, gıdadan daha önemli ve öncelikli asgari vazgeçilmezleri) tüm vatandaşlarımız bilir; daha doğrusu bilmek zorundadır. Nedir bu yaşamı renklendiren on yazılı emir?
(1) Nüfus kâğıdı, (2) İkametgâh İlmühaberi (Senedi), (3) Vesikalık resim (Cepheden iki kulak görünecek şekilde son altı ay içinde çekilmiş en az 16 adet), (4) İlkokul diploması, (5) Askerlik durum (Tecil – terhis) belgesi, (6) Posta pulu (Gününe göre muhtelif değerde) (7) Sabıka kaydı (Eskilerde Savcılık kâğıdı yerine bir kaç satış yeri dışında hiç bir yerde erişilemeyen 16 kuruşluk Damga pulu vardı). (8) Harç makbuzu (Bilmem ne bankasının bilmem ne şubesindeki bilmem ne numaralı hesabına havale ücreti ödenmeden yatırılan para makbuzunun aslı), (9) Noter tasdiki (Neredeyse tüm belgeler öyle veya böyle en az bir kez noter huzurunda boy gösterir!), (10) Zarf (Kurumuna göre değişik ebat ve sayıda), tel dosya, dosya kâğıdı (İstida yazımı için düz beyaz A4 ebadında).
Bu on emri bilmeyen kişi hiçbir yerde hiçbir işini asla göremez. Bu on emir şimdilerde biraz daha uzadı; eziyetlik işin içine bir de vatandaşlık numarası, vergi numarası, SSK, Bağkur, Emekli Sandığı numarası girdi. Bakalım bir de e-devlet ayağıyla daha başka ne şifreler, numaralar işin içine girecek.
Uzun yıllar ben bu on emirle gül gibi geçinip gidilebileceğini sanıyordum ki bir de perde arkasında kalan on emri daha olduğunu fark ve zorda olsa kabul ettim ve özümledim! Şimdi bu üstü örtülü, söylenmeyen (bazılarına fısıldandığında “Olur mu canım böyle şey” diyerek kulak ardı edilen ama sonradan bunlara da dank eden) ama gözlenen sözlü on emri (vazgeçilmez vazgeçilmezi) söyleyeyim...
(1) Övgü (Alabildiğince göklere çıkarma, kendini kendine yüceltme, iyice anlatma veya satma, övme, yaltaklanma) (2) Dövgü (Sıkışınca sopaya başvurma, yasaklama, gözünü korkutma, hafifçe tehdit, pataklama) (3) Sövgü (Alabildiğince yerin dibine batırma, ağza alınmadık işitilmedik özel aşağılayıcı iltifatlar yağdırma, geçmiş ve gelecek yedi cedde atıfta bulunma), (4) Düzgü (Düzmece işler düzenleme, her işin ardında komplo arama, yakıştırma, öküz altında buzağı arama), (5) Küskü (Küsme, eliyle iki parmağı üst üste getirip boz yapma, arka dönme, yokmuş gibi davranma, defterden silme), (6) Türkü (Sıla hasreti ile memleket türküsü çağırma, özlemi tek başına sesli giderme, bildiğini okuma, sağdan soldan izinsiz derleme), (7) Körgü (Kördüğüm yapma, körükleme, alevi canlı tutma, her şeyi içinden çıkılmaz hale getirme), (8) Büzgü (Huzurda ezilme, büzülme, iki büklüm eğilme, boynu bükük durma), (9) Süzgü (Tepeden tırnağa, baştanbaşa, yukardan aşağıya, sağdan sola, haset, imreniş, kuşku ile süzme), (10) Döngü (Karşıdakini dönüp dolaştırma, aynı yerde dönüp durma, kan davası gütme, savsaklama).
İnsana piramidal hayatta yazılı on emri bilme ve gereklerini yerine getirmenin yetmediğini, sözlü on emir konusunda ustalaşmak gerektiğini zor da olsa öğretiyorlar.
Sanal piramitlerle o kadar haşır neşiriz ki, varlıklarını o kadar peşinen kabullenmişiz ki bize neye ve kaça mal olduklarının farkında bile değiliz.
Bürokrasiden, siyasilerden, bozuk yiyecek, içecek, berbat servis, azarlanmaktan, kazıklanmaktan, kapkaçtan, kaptıkaçtıdan, hortumlanmaktan şikâyet ediyoruz ama değişim için ne çok istekliyiz ne de nasıl becerileceğini pek kestirebiliyoruz.
Çözüm piramitleri anlamak, içinde yaşayanları tanımak, iş görme usullerini, inceliklerini kavramaktan geçiyor.