Çevresel mahpusluk

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Çevremiz bizi nasıl dizginliyor?

Gürültü ve kesintiler tuzağı... Çevreden gelen müdahaleler konsantrasyonu azaltıyor. 

Çevresel köstek tuzağı... Çevreden destek yerine hani özellikle o eş dost dediklerimizden, bellediklerimizden köstek gelebiliyor.

Güvensizlik tuzağı... Başkalarına güvenememek, uzun dönemde “Herkes benim peşimde!” kuşkusuna yol açıyor. 

Ben bilirim edalı insanlar tuzağı... Edası bile yeterli oluyor. Çoğu kez kapalı kapılar ardında karar alıyor, biz işi biliriz diyoruz, yüzümüze gözümüze bulaştırınca başkalarını bizi anlamamakla suçluyoruz.  

Hayal kuramama tuzağı... Bazen de hayal kurmak yeteneğinden yoksun olmak bir tuzak olarak karşımıza çıkıyor.

“Hayal etmek bilmekten daha önemlidir, zira bilginin sınırı vardır, hayalin sınırı yoktur.” Albert Einstein

Hayalle gerçeği birbirine karıştırma tuzağı... Gerçekle gerçek olmayanı ayırt edememek, rüya ile realiteyi birbirine karıştırmak tehlikeli olabiliyor. Sanki loto toto gibi talihsiz oyunlardan ikramiye kazanılması kesinmiş hesabıyla mahalle bakkalına aşırı borçlanmak gibi bir şey.

Hoşgörü eksikliği tuzağı... Hoşgörüsüz insan dinlemeyi beceremiyor, dinlemediği için de fırsatları kaçırıyor.

İlgisizlik tuzağı... “Aman canım bana ne, bu başkasının sorunu!” geçiştirmesi başka bir tuzak. Çünkü sorunların çoğu bulaşıcı, bugün ona yarın bana olma ihtimali yüksek. 

İşbirliği ve güven ortamı eksikliği tuzağı... “İşbirliği yaptık, güvendik de ne oldu? Güvendiğimiz dağlara lapa lapa kar yağdı!” Bu tarz düşüncenin sonucunda tecrübeye dayalı olarak gelişen güvensizlik ayyuka çıkıyor. Herkes sürekli arkasını kollamaktan işbirliğini, bırakın yapmayı düşünemez hale bile geliyor.

Kendine gel arkadaş tuzağı... Akılcı ol. Mantıksız, akıl dışı, faydasız işlerle uğraşma, pratik, akıllı, mantıklı işlere yönel. Duyguya, sezgiye, nitelik algılamaya yer yoktur, bunlar fasa fisodur. Ciddi ol. Sorun çözme ciddi iştir, şakaya, espriye yer yoktur.

Kendini seven despot yöneticiler tuzağı... “Benim dediğim yoldan ayrılma yoksa...” tuzağına düşürülebiliyoruz.  

“Ne düşünürsen o olur!” tuzağı... İyi düşünürsek iyi, kötü düşünürsek kötü olur, onun için gerçekleri göz ardı edip iyiyi düşünmek hep daha sağlıklıdır kanısına varabiliyoruz.

Kristal küreye bakma tuzağı... Falcılar, medyumlar kristal küreye bakar ve geleceği söylüyor. Tarih, kristal küreye bakılarak yapılan çok ciddi yanılgılarla dolu –

Charles H. Duell, Amerikan Patent Ofisi Başkanı 1899 yılında tahminde bulunur – “İcat edilebilecek her şey icat edilmiştir. Patent Ofisi kapatılabilir.”

IBM Yönetim Kurulu Başkanı Thomas Watson 1943 yılında konuşur - “Belki beş bilgisayar kaldıracak bir dünya pazarının olduğunu düşünüyorum.“

Ödev olarak, güvenilir ertesi sabah adrese teslim hizmeti öneren Fred Smith’e Yale Üniversitesi Yönetim Profesörünün verdiği not ilginçtir - “Kavram ilginç ve iyi şekillendirilmiş, ancak ‘C’ den daha yüksek bir not alabilmek için fikrin yapılabilir olması şarttır.” Fred Smith, bu düşünceye itibar etmeyerek o meşhur Federal Express Şirketini kurar. 

“Uçaklar ilginç oyuncaklardır ancak hiç bir askeri değeri yoktur,” bir Fransız askeri ve strateji Profesörü olan Ferdinand Foch (1851–1929).

Büyüklerimiz “Şüpheniz varsa şu andaki trendin süreceğini tahmin et,” diye boşuna söylememiş.

Kuluçkaya yatmama tuzağı... Kuluçka tavuklar içindir. İnsanlar “düşünce kuluçkası” olsa dahi kuluçkaya yatmamalıdır. Bu yönde düşünenlerin düştüğü tuzaktır. Biraz kuluçkaya yatmaya ne dersiniz?

Riske girmeyelim tuzağı... “Maceraya girmem abi!” diyerek cümleye başlayanların düştüğü tuzak.

Savcılık ve Yargıçlık tuzağı... Aynı anda hem suçlama hem de yargılama başvurduğumuz en kestirme tuzaklardan biri olabiliyor. 

Sayılara takılma tuzağı... Her şeyi sayılara bakarak karar vermek hem imkânsız, hem de çok yanıltıcı olabiliyor. Enflasyon oranları, borsa endeksleri bu tuzakların başında geliyor.

Sınırları aşamama - sınır ötesine çıkamama tuzağı... Belirli sınırlara takılıp kalmak. Bu duruma en iyi örneklerden biri elini kaldırmadan dört çizgi ile 3 x 3 dizilmiş dokuz noktadan geç dendiğinde çoğumuz dokuz noktanın dışına taşmadan bunu yapmayı düşündüğümüz için takılıyoruz. Bir diğer konuda üçüncü boyut içinde düşünmeme. Bir keki altı parçaya kaç şekilde bölebiliriz dendiğinde çoğumuz kekin yüksekliğinin getirdiği ek seçenekleri hesaba katmadan bir deriz. Dikey sınırlar, yatay sınırlar ve dış sınırlar hep bizi kısıtlıyor.

Sorunu kişiye bağlama tuzağı... Bu durum bazı geçmiş deneyimlerimizin bizde bıraktığı derin yaralar sonucu oluşuyor. “Geldi zürriyetsiz, düztaban, gene başa oturdu, işler daha da kötüye gidecek,” sözleri ile ifade buluyor.

Tarih tekerrür eder tuzağı... Geçmişte birbirini izleyen olaylar gelecekte de birbirini izler düşüncesine dayanıyor. Dairesel düşünme sonucu oluyor. Bayram, yılbaşı, sevgililer günü, 30 Ağustos her sene geri geliyor ama bir Fransız İhtilalı, 12 Eylül veya 2003 yılı bir daha geri gelmiyor.

Tek ise yanlış, çok ise doğru! tuzağı... Bu tuzağa, “Bir olayın tek nedenle açıklıyorsak yanlış, çok sayıda nedene bağlayabiliyorsak doğrudur!” tarzında düşünme sonucu düşülüyor.

“Ha o, ha bu, ne farkı var?” tuzağı... “Ha devlet bütçesi, ha dükkânın bütçesi, ha evin bütçesi, hepsi bütçe işte!” gibi birbirine karıştırma ve hafife alma sakarlığı yapılabiliyor.

Yanlış ölçek kullanma – yanlış numaralı gözlük takma tuzağı... Dünyaya 1/50 ölçekten bakılmaz, bir oda 1/25,000 ölçekten görünmez. Doğru ölçeği doğru yerde kullanmak gerekiyor. Şehir planlaması 1/25,000 – 1/2,500 ölçekten yapılırken, bina projesi 1/500, imalat projesi 1/100 ölçekten yapılıyor. Yakın gözlüğü ile uzağa, uzak gözlüğü ile yakına bakmak ta aynı çarpık görüntüyü veriyor.

Her yer tuzak mı dolu ne?

Çevresel mahpusluk