Kürt sorununda da AB konusunda da ileriye değil, geriye gittik

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

AKP ile ilgili birçok hayal kırıklığına uğradık ama, galiba bunlardan en can alıcı olanları Avrupa Birliği ve Kürt sorunu oldu.

AKP iktidarının ilk yıllarında AB dilden düşürülmezken, muhalifler sürekli, “AKP askeri vesayetten kurtulmak için AB konusunda takiyye yapıyor. Eğer askeri vesayet sorununu geçerse, AB’yi rafa kaldırır” diyordu da kızıyorduk.

Ancak aradan geçen zaman ne yazık ki onları haklı çıkardı.

Bugün Türkiye, tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi, Avrupa Birliği konusunda da 10 yıl öncesinden daha ileri ve iyi bir durumda değil.

Ne kadar yazık!

                                                               ***

Türkiye’de yaşayan, ülkesinin çağdaş, demokratik ülkeler gibi bir hukuk devleti olmasını canı gönülden arzu eden, kişi hak ve özgürlüklerinin çağdaş ülkeler seviyesine çıkmasının hayalini kuran insanlar olarak AKP’nin iktidarının ilk yıllarında Avrupa Birliği meselesine sarılır görünmesi, doğal olarak ağzımıza çalınan bir parmak bal gibi hoşumuza gitmişti.

                                                               ***

Demokrat kimlikli insanlar, AKP’nin Avrupa Birliği’ne yaklaşımından son derece hoşnut olarak, AKP’nin takiyye yaptığı şeklindeki eleştirileri acımasız saldırılar olarak nitelendirip, AKP’nin bu yoldaki girişimlerini sonuna kadar desteklemeye başlamıştı.

Muhalif kanat, “AKP’nin amacı Avrupa Birliği değil, yalnızca askerden kurtulmak” dediğinde, “Canım velev ki öyle, bu ülkeyi askeri vesayetten kurtarmak az şey mi? Sonuçta, bu yolda atılacak adımlarla AB’ye yaklaşmayacak mıyız” diye savunmaya geçiyorduk.

                                                               ***

10 yıl önce tüm toplumu saran Avrupa Birliği heyecanından bugün eser yok. O zaman birinci gündem maddesi olan AB, bugün neredeyse en geriye ötelenmiş durumda.

Heyecan da istek de en zayıf noktaya geriledi. En ateşli Avrupa Birliği  savunucularımız bugün konu gündeme geldiğinde umutsuzluğunu nasıl ifade edeceğini şaşırıyor.

Nitekim, Avrupa Komisyonu’nun geçtiğimiz günlerde açıkladığı 2012 İlerleme Raporu da, Avrupa Birliği konusunda nasıl bir gerileme yaşandığına vurgu yapar nitelikte.

                                                               ***

Zaten nasıl ilerleme olacaktı ki?

Kişi hak ve özgürlüklerini genişletmek yerine daraltmış, muhalif tüm kesimler mapusu boylamış, etnik kimliklere özgürlük ve eşit haklar konusunda bir arpa boyu yol alınmamış, 2 bin 800 civarında öğrenci göz altına alınmış, ülkede devam eden savaş ve Kürt sorunu çözülememiş, yüzde 10 seçim barajı gibi demokrasi ile bağdaşmayan uygulamalar devam etmiş, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu gibi antidemokratik yasalar değiştirilememiş, askerin hazırladığı anayasanın değiştirilebilmesi konusunda başarı sağlanamamış ve tüm bunlara ek olarak devlet kendi halkını öldürmeye ve hesap vermemeye devam etmiş.

Kısaca elle tutulur yanımız kalmamışken, Avrupa Birliği konusunda bir umut yaşamamız mümkün mü?

                                                                              ***

İlerleme raporunda, en sert eleştiriler ifade özgürlüğü konusunda yapılıyor ve “KCK operasyonları  yalnızca Kürt siyasetçileri, halk tarafından seçilmiş belediye başkanlarını ve belediye meclis üyelerini değil, medya mensuplarını, insan hakları savunucularını, sendikacıları, önce gelen akademisyenleri ve avukatları da hedefleyerek genişledi. Resmi istatistiklere göre şu anda 31 belediye başkanı ve 226 yerel temsilci tutuklu bulunmaktadır” deniliyor.

Ayrıca Uludere katliamı konusunda suçluların ortaya çıkarılmaması ve hesap verilmemesi eleştirilirken, BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmaya çalışılmasının endişe verici olduğu vurgulanıyor.

                                                                              ***

Önceki raporlarında, Türkiye’nin demokratikleşme süreci açısından Ergenekon ve Balyoz davalarına büyük önem veren Avrupa Birliği Komisyonu, yargılama sürecindeki aksaklıklar nedeniyle bu kez bu iki dava için, “Hukuk ihlalleriyle bu iki davaya gölge düşürüldüğüne” vurgu yapıyor.

Basın özgürlüğü konusundaki reformların yetersizliği, Kürt sorunuyla ilgili yazı yazan gezeteci ve akademisyenler aleyhine açılan davaları basın özgürlüğüne darbe vurulması şeklinde değerlendiriyor.

Raporda bir de, “Hrant Dink davası, Türkiye’de cezasızlıkla mücadele edilmesi ve sorumluların yasalar karşısında hesap vermesi açısından büyük önem taşıyor” deniliyor.

                                                                              ***

Tüm bunlar, Türkiye’nin bir hukuk ve özgürlükler ülkesi değil, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkesi olduğunun ve Avrupa’dan giderek uzaklaştığının tespitleri aslında.

 

 

 

 

                                                              

 

 

 

 

 

Kürt sorununda da AB konusunda da ileriye değil, geriye gittik