BABAM
Bilir misiniz her mart ayı geldiğinde beni derin bir hüzün sarar. Hatta bir Mart ayında bu hüznü yerinde hissetmek için Çanakkale’ye de gitmiştim. Birde kısa bir zaman evvel 30 Ağustos’ta Çanakkale yüzme maratonuna, bu hüznü daha katmerli duymak için katılmıştım. Her kulaç attığımda, Kilit Bahir tabyasının arkasında tepedeki dev ‘DUR YOLCU’ Asker Anıtı’na selam verdim.
Tarihin derinliklerine bir göz atmakta yarar var. 14 Mart 1827 tarihinde Sultan II. Mahmud tarafından bizim bildiğimiz Tıp Fakültesi yani ‘Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Mamure’ olarak açılmış. Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacı Konağında tedrisatına başlayan okulun ilk Nazırı Hekim Başı Mustafa Behçet efendi.
Bina denilen sadece bir konak. Bu nedenle konağın üst katı Tıphane olarak tanzim edilmiş. Alt katında ise Cerrahhane olarak düzenlenmiş. Bu binadaki tababet ile ilgili alet ve edevatın bir kısmının Cerrahpaşa’da olduğunu söylerdi dostlarım.
Ancak 1848 senesinde Gaziantep’te Dr. Azariah Smith tarafından kurulan Amerikan hastanesinde bulunan ve kuruluş yıllarının hekimlik aletleri, bir müzeyi canlandıran camekan dolaplar içinde sergilenmektedir. Hayranlıkla izlemiştim bunları. Aslında basit mantıkla üretilen bu aletlerin yerine bugün bilgisayarlı sistemler çalışmakta.
Çanakkale ve İstiklal savaşına katılan çocuk yaşta askerler, vatan savunmasında destan niteliğinde kahramanlık örnekleri vermişlerdir. Birçoğu çelik çomak oynama yaşında vatanı müdafaa etmek mecburiyetinde, korkusuzca destan yazmışlar.
Bu çocuklar çocuk yaşta ama, milli şuur içinde, vatan müdafaası konu olunca, hani derler ya gerisi teferruat diye , işte onlar bu teferruatın peşinde koşmuşlar.
Antep’te Kebapçı Said Ağa’nın oğlu Mehmet, Şahin beyin oğlu Hayri, şehit Yolağası’nın oğlu küçük Mehmet, Antep’in savunmasında destan yazmışlardır. Çoğu zaman düşman hatlarının içine sızıp istihbarat bilgileri toplayarak, Antep milis güçlerinin baskın yapma ve hedeflerini bulma becerisinin verimini artırmış olmaları adına, bilgi ve istihbarat temin etmeleri, savaşın kaderini belirlemiştir.
Urfa’lı 14 Yaşında Bozan isimli çocuk, Fransızları kovalayan Kuvay-i Milliye’nin önünde savaşa katılmıştır. Onun bu kahramanlığı, türkülere konu olmuş, destanlar bile yazılmıştır.
Çanakkale savaşına Galatasaray Mekteb-i Sultan-i, Konya İdadisi ve İzmir İdadisi son sınıf talebeleri de silahlanıp, cepheye gitmiş olduğunu unutmamak gerekir. Hatta Çanakkale’de, Binbaşı Halit beyin kızı Nezahat, onbaşı rütbesi ile elinde silah, asker olarak çeşitli çatışmalara 70.inci Piyade alayı mensubu olarak katıldığı bilinir. Bilhassa çok iyi ata bindiğinden, cepheler arasında koşturarak, cephane taşıyarak, bilgi aktararak yardım eden Nezahat , mensubu olduğu alaya ‘KIZIL ALAY’ adı ile bölgede nam salması ile anılmasını sağlamıştır.
Bir başka önemli gerçek ise Çanakkale destanının yazılmasında, bu günkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin eski adıyla Darul Fünun öğrencilerinin özel bir yeri vardır. 1915 Yılında Darul- Fünun öğrencilerinden 1 sınıftaki bütün talebeler, vatan müdafaası için cepheye koşmuşlar. 2500 tıbbiyeli genç nesil, ellerinde silah, vatan müdafaasında en ön sırada. Conk Bayırı’nda Arıburnu’nda, Kocatepe’de, Anzak Körfezi”nde velhasıl nerede bir gedik varsa orada Tıbbiyeli dimdik ayakta, düşmana aman vermemiş.
1921 senesinde Darul Fünun yani Tıp Fakültesi hiç mezun vermemiştir. Unutmamak gerekir ki onlar ülkemizi istila etmek isteyen harici düşmana karşı hayatlarını ortaya koymuş kahramanlardır. Hiç kimse bu kahramanlardan daha fazla vatanlarını sevdiklerine inanmamaktayım.
Düşünün bir kere, gencecik bir tıbbiyelinin ne çok hayalleri vardır. Doktor olup insanlığa hizmet etme emellerinin daha baharında, ülkesi için vatan toprağına şehit düşmek, ne kadar büyük talihsizlik. Bir hastanede boynunda steteskobu, üstünde beyaz gömleği, hastaların arasında dolaşıp şifa dağıtma yerine, vurulup alnından tertemiz vatan toprağında yatmak. Bir hilal uğruna yarab , ne güneşler batmış.
Bir başka efsane Çanakkaleli küçük Mehmet 9 yaşında İsmail ise 7 yaşında. Dilenci kıyafeti ile düşman saflarında dolaşıp bilgi toplarlar. Bir gün düşman askerleri yakalar bunları. Onların ellerinde kurtulup kaçarken her ikisi de vurulur. Mehmet ile İsmail zor da olsa yaralı olarak kaçıp kurtulurlar. Hemen hastaneye kaldırılır. Mehmet in bir ayağı kesilir, İsmail ise yaşama tutunamaz.
Öyle çok kahramanlıklar anlatılır ki bu vatan mücadelesinde, akıllara durgunluk verir. Dr. Binbaşı Kazım Bey, Çanakkale savaşı sürecinde, Alçıtepe Hilal-i Ahmer sahra hastanesinde görev yapar. Cepheden getirilen yaralı askerlere elinden geldiği kadar, imkansızlık içinde yaraları sarmaya çalışır. Sahra Hastanesi denildiğinde gözünüzün önüne büyük otağ gibi bir çadır gelmesin. Dört tekerli bir at arabasından biraz büyük bir yapıyı düşünün. İmkansızı başarmaya çalışan bir başka vatansever, Binbaşı Kazım.
Herkese derman verirken, şarapnel parçaları ile çok yara almış bir asker getirirler sedye ile Yapılacak bir şey kalmadığını anlar. Erin kanlar içinde olan yüzüne bakar, gözünü açan asker yalvaran bitap bir sesle ‘BABA’ der. Doktor Kazım oğlunun kapatabildiği kadarı ile yaralarla işini bitirdikten sonra, sedye onbaşısına ‘Bir zeytin ağacının altına götürün ve yatırın, ağacı da işaretleyin’ der. Gün batarken zeytin ağacının altına gider, oğlunu toprağa verir.
Bugün bunca yaşanmışları bir kenara itip, ülkemize ihanet edenlere demokrasiyi, insan haklarını, Anayasayı hiçe sayan bir idareye karşı yurdum insanı, var olma mücadelesi vermekte olduklarına inanmaktayım, tıpkı Çanakkale’de, Urfa’da, Gaziantep’te düşmana verilen var olma mücadelesi gibi, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.