Araçsallaştırma, Amaçsallaştırma ve Karşılıksızlık İlkeleri: Kant’ın Ödev Etiği ve Maksim (1)

YAYINLAMA: 13 Nisan 2024 / 17.04 | GÜNCELLEME: 13 Nisan 2024 / 17.04

Önceki kişilik özelliklerinin ortak temasını; eylemlerinin altında yatan sebepler arasında kişisel beklentileri, istekleri ve arzularının yerine gelmesi için doğru yanlış demeden, empati yapmadan iradesini kendi dünyevi emelleri uğruna hiçbir ahlaki, manevi, toplumsal değer ve norma bağlı kalmadan kullanması şeklinde özetleyebiliriz. İnsanı insan yapan özellikleri devreden çıkararak en masum değerleri bile değersizleştiren bu mantaliteye sahip insanların yerine hangi tip düşünceye sahip insanları koyacağız? Yıkıcı olduğu kadar bencil, bencil olduğu kadar sefil özellikleri taşıyan bu insanların karşısına koyacağımız insan tipine bugün Immanual Kant’ın etik anlayışının özünü oluşturan maksimi ile cevap vermeye çalışacağız.

Kant’ın maksim dediği şeyi ben “karşılıksızlık ilkesi” olarak izah etmeye karar verdim. Bu ilkeyi; bir eylemde bulunurken, eylemin arkasında yatan şeyin (niyet veya motivasyon) sadece ve sadece arı/saf duyguların etrafında, bencillik duygularının ötesinde, biyolojik ihtiyaçlarının esiri olmadan, önyargısız, niyet okumasız, spekülasyonsuz; toplumsal normların, kuralların, dogmaların, geleneksel düşüncelerin etkisi altında kalmadan -sadece doğru olanı yapmak olması- şeklinde açıklayabiliriz. 

İnsan eylemlerini etkileyen -tanrısal, toplumsal kurallar gibi- birçok faktör vardır. İnsanların davranışlarını -bir davranışının sonucunda cennetle ödüllendirileceğine ya da cehennemde cezalandırılacağına dair- teolojik argümanlarla/gerekçelerle kontrol edebilirsiniz. Benzer şekilde dünyevi kurallarla bir yasa ihlali durumunda çeşitli müeyyidelerle karşı karşıya kalacağını öğretip, kişilerin eylemlerinin toplumsal düzeni bozmaması ve başkalarını mağdur etmemesini sağlayabilirsiniz. Bunların hiçbiri -dinsel ve dünyevi kurallar- Kant’ın ideal olan ahlaki davranışları içerisinde kabul edilmez. Çünkü insan bu örneklerde doğru olanı aklı, iradesi, vicdanı olan bir varlık olarak değil de toplum içindeki rolü, statüsü, bedensel özgürlüğü ve konumu zarar görmesin diye yerine getirmiştir. Oysa ki ideal olan insanın hiçbir şart altında hiçbir toplumsal ya da doğaüstü öğretinin, normların etkisi altında kalmadan, birilerinin meşrebine ya da kurallarına uymak veyahut cezalandırılma korkusuyla değil, kendisini tanımış olarak kendisi için kabul ettiği şeylerin herkes için de uygulanabilir olmasına önem vererek davranması, eyleme geçen insan olmasıdır.

Kant, eylemlerimizin gerek tanrısal gerekse beşer orjinli emirlerle yerine getirilmesine koşullu buyruk (hypothetical Imperative) diyor. Koşullu buyruk (hipotetik imperatif); belirli bir amaca ulaşmak için ne yapılması gerektiğini söyleyen buyruktur. Bir eylem, bir çıkar veya beklenti içerisinde yapılmışsa bu eylem, koşullu eylemdir ve bu eylem Kant’a göre ahlaki değildir. İnsanın arzu ve isteklerine bağlı olan bu buyruk, eylemin muhtemel sonuçlarını dikkate alarak, yani fayda-zarar hesabı yaparak ortaya çıkar. Bununla birlikte bu davranış modeli kişisel menfaate, mutluluğa, arzuya ve hazza dayalı olmasının yanında toplumdan topluma, kişiden kişiye ve inançtan inanca göre değişiklik gösterdiği için de evrenselleştirilebilir olmaktan uzaktır. Neden? Çünkü eylemlerimiz kişisel bir amaca ve bir şarta bağlıdır. Eylemin etkisini elde ettiğimiz ya da edeceğimiz sonuca/çıkara bakarak değerlendiririz ki bu da ahlaki değildir der Kant.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Kant’a göre bir davranış ya da eylemin evrensel olabilmesi için sonucundan bağımsız olması ve kişinin yaptığı davranışın herkes için geçerli, doğru, adil ve kabul edilir olması gerekir. Toplumsal ve doğaüstü güçlerin zincirinden kurtularak özgürleşmiş ve aydınlığa kavuşmuş insanın bunu başarabileceğine inanır. Bunun da insanın kendi içinde zaten var olan otonomiyle mümkün olabileceğini iddia eder. Otorite karşısına otonomiyi koymasıyla Kant; yer, zaman ve değer ayrımı yapmaksızın kişinin davranışlarını kendi benliğinin içindeki yasa meydana getirebilme iradesiyle ve herhangi bir koşula bağlı olmadan kendiliğinden yerine getirilebileceğini öne sürer. Bu şekilde meydana getirilmiş ve içselleştirilmiş davranış modeline koşulsuz buyruk (Categorical Imperative-kategorik imperatif) der. 

Koşulsuz buyruk merkezli geliştirilen ahlak/etik eylemin temelinde ödev denilen fenomen yer alır. Peki ödev nedir ve ödev kim tarafından verilir? Ödevin ne olduğunu yukarıda yazdık aslında. Kant için insan rasyonelliği yani ussal yeteneği olan bir varlıktır. Bununla birlikte insan doğrunun altında durabilecek vicdana, cesarete ve iyi niyete sahiptir. Dolayısıyla yanlışla doğruyu, iyi ile kötüyü ayırt etmede belirleyici olan -yukarıdaki (tanrısal) veya aşağıdaki (beşer) tarafından üretilmiş- kurallar, yasalar, zorlamalar, inançlar, rivayetler, korkular, ödüller değil eylemlerimizi ve davranışlarımızı kendi özgür irademiz ve aklımızla yerine getirirken kendimizi sorumlu tuttuğumuz buyruklardır diyebiliriz. İnsan bu buyrukları içselleştiriyorsa işte o zaman bu onun ödevi olur.

“Bu ödevlerin ahlaki olup olmadığını ne belirleyecek?” sorusunu Kant maksim olarak yanıtlar. Doğru ya da yanlış iyi ya da kötü eylemlerin arkasında yatan itici güç maksimdir. “Maksim”i niyet, motiv, motivasyon veya güdü diye çevirebiliriz diye düşünüyorum. Kendi irademizle kendi kendimizi yükümlülük altına soktuğumuz ödevin temel yapı taşıdır maksim. İşte biz bir eylemimizin doğru olup olmadığına -bize dışarıdan verilen buyruklarla kendi kişisel faydamız, beklentilerimiz, amaçlarımız, ihtiraslarımız, arzularımız veya korkularımızla değil- eylemin arkasında yatan maksim ile karar verdiğimizde ahlaklı bir davranışta bulunmuş oluruz. Kısaca Kant’ın ödev ahlakı niyetimizin, dürtümüzün veya motivasyonumuzun halis/saf olup olmadığı şeklindeki içsel emirle bizi sorumluluk altına alır ve bizler de buna dayanarak davranışlarımızı, tutumlarımızı sergileriz.

Ancak bu iş gerçekten bu kadar basit mi? Tabii ki değil. Çünkü insanın bu ayrımları kolayca yerine getirebilmesine engel olacak eksiklikleri vardır. Örneğin; Platon’a göre “insanın cehaleti”, Aristo’ya göre ise, “insanın irade zayıflığı” gibi şeylerdir. Ancak insanın sahip olduğu akılcı yetilerle bu eksiklikleri giderebilme gücüne sahip olması beklenir. Buna rağmen dışsal bir otorite (tanrısal güç, öğretmen, patron, hakim vs.) insanların eylemlerini belirliyorsa, bu gayri ahlaki bir davranış olur. Buna karşılık Kant rasyonalitesi, yani aklı ve iradesi olan bir varlık olarak içselleştirdiği ve uyguladığı ödev bilinciyle hareket ediyor, eyleme geçiyorsa o zaman insanın maksimle hareket etmiş olacağını varsayar ve bunu ahlaki bir davranış olarak nitelendirir.

Kant’ın etik kuramında maksimin niteliğini belirleyen yani iyi niyetli/ahlaki davranılıp davranılmadığını gösteren üç temel buyruk (formülasyon) bana göre ise ödev vardır:

“Öyle bir davran ki davranışının altında yatan ilke, tüm insanlar için geçerli evrensel bir ilke olarak kabul edilsin.”

“İnsanlığı -kendinde ve başkalarında bir araç olarak değil de- her zaman (ve her yerde) bir amaç edinerek davran.”

“Öyle bir şekilde davran ki iraden, kendisini herkes için geçerli yani evrensel buyruklar ya da kurallar koyabilen bir yasa yapıcı olarak hissetsin.”

Bu teorik genel girişten sonra konuyu daha anlaşılır hale getirecek somut örnekleri sonraki yazımda vermeye çalışacağım.

Sağlıkla, kitaplarla ve doğayla baş başa güzellikler içinde kalmanız temennisi ile.

Saygılarımla.

Araçsallaştırma, Amaçsallaştırma ve Karşılıksızlık İlkeleri: Kant’ın Ödev Etiği ve Maksim (1)
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *