MAZRUF

YAYINLAMA: 04 Ekim 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 03 Ekim 2024 / 18.11

Yazının tarihi ne zamana dayanır diye düşünmek istedim. Yazı, insanın duygu ve düşüncelerini ortaya koymada, başkasına aktarmada, topluma yaymada ve iletmede kullanacağı araç olarak başvurmasıyla başladığı muhakkak. İnsanlık tarihinde yazı için ilk çalışmalar kanımca binlerce sene evvel, şekillerle başladığına inanırım. Semboller ve işaretler sistemi oluşturan insanoğlu form, çizgi, sembol ve işaretleri kullanmışlar. Bu tür yazıların günümüzden binlerce yıl önce geliştiğini söyler tarihçiler. Zaten insanlık tarihi, bu tür ifadelerin ortaya çıkması ile başlamış olması mümkündür. Elde bulgu olmadan tarihin kayda geçmesi olası değil. 

Binlerce yıl önce yazı taşıyıcılarının en önemlisi düz taş satıhları olduğunu, bulunan taş yazıtlardan anlamaktayız. Tahta, hayvan kemikleri gibi malzemeler bu yazıtların oluşmasında da kullanılmış. Bundan altı bin yıl önce Mezopotamya da kil tabletlerin üzerine piktografik yazı yazılması, daha sonra bu şeklin çivi yazısına dönüştüğünü, tarihçiler söylemekte. 

Çivi yazısının Sümerler tarafından kullanılması, tarihin ve medeniyetin başlangıcı olarak kabul görür.  Çivi yazısı, üçken bir stilus ile yumuşak satıhta kile hafifçe bastırılarak şekiller üretilmesi ile başladığına inanılır. Bu şekiller, bu günkü yazı formu gibi, soldan sağa doğru yazılmıştır. Yazılan tabletler, KİL üzerine olduğu için kısa zamanda sertleşip, bir de pişirildikten sonra taş gibi  kırılmaz hale dönüşmüş. 

Birçok bilgileri, düşünceleri, hatta resmi belgeleri, bir tapınağın belgelerini, edebi belgeler, envanter tutanakları hep bu killerin üzerine döşenmiş olduğuna inanırım. Ancak killerin taş haline dönüşmesinden sonra saklanması veya imha edilmesi konusunda fikir yürütmek kolay olmasa gerek. Bazı çivi yazısı ile yazılmış mektupları müzelerde görürsünüz. Bir el büyüklüğünde olan bu tabletlerin üzerinde kişiler tarafından mektupların yazılmış olduğu bir hakikat. Hani bir mektup bir yerden bir yere gönderilirken, bir de zarfın içine konur ve üzerine adres yazılır ya bu zarfı da kilden yapıp, üzerine gideceği yerin adresi işlenip mektup üstünün kaplandığı söylenir. Zarfla mektup bir daha pişirilip gönderilmeye hazır hale getirilirmiş, binlerce sene evvel. 

Hani bir posta hayvanı kaç adet mektupla yola çıkar diye hep merak etmişimdir. Mektubun alıcısı yerine koyun kendinizi. Önce zarfı kırmanız önemlidir. Ancak içindeki mektuba zarar vermeden yapmanız gerekir bu işlemi, yoksa mektup da paramparça olur. 

Anadolu’da Sümerliler döneminde çokça kullanılan bu yazı sistemi, Hititliler döneminde de çivi yazı tekniği kullanıldığını ve ayrı bir alfabesinin olduğunu söyler, tarihçiler. 

Aynı dönemlerde Afrika kıtasında Mısır’da ise palmiye yapraklarından, ağaç kabuklarından ince uzun şeritler kesilerek, değişik bir teknikle kağıda benzer bir materyalin üzerine şekillerle anlatım yapılan, HİYEROGLİF adı ile bilinen, bir çeşit yazı alfabesi üretilmiş ve kullanılmış. 

Bütün bu çalışmaları insanoğlu tarihe kayıt düşmek adına hislerini, duygularını, düşüncelerini yazıp saklamak veya başkalarına iletmek için icat ettiği bir sistem olsa gerek. Bu iletişimde idare tarafından yayın yasağı konulabiliyor muydu? Bilmiyorum.  

Eski Mısır da keten bezinin de yazı malzemesi olarak kullanıldığını biliyoruz. Ancak genelde papirüs üzerine yazılan yazıların, bir zarfın içine konulmadığını düşünmekteyim. Önemli belge niteliğinde bulunan papirüslerin rulo haline getirilip, ketenle bağlanıp, mühürlendiği kanaatindeyim. Papirüs bir zarfın içine girmesi için katlanması gerekir. Oysa katlanması zor bir materyal. Mısır da müzede böyle bir zarf gördüğümü hiç hatırlamamaktayım. 

Her ne kadar zarfın önemi olsa da içinde bulunan mektubun içeriği, zarftan çok daha önemlidir. Ülkemin en üst seviyesini temsil eden Cumhurbaşkanı, her ne kadar seçimi anayasaya uygun olup olmaması konusunda tartışma var olsa da temsil ettiği makam Cumhurbaşkanlığı makamı. Bu nedenle saygı makamın ta kendisine gösterilir. Kimin temsil ettiği kanımca önem arz etmese gerek. Yapmış olduğu konuşmada söylediği sözlerin de fazla bir değeri olmadığı kanaatindeyim. 

Düşünün 21 senedir iktidar olan bir partinin, yönetim döneminde yaratılan onlarca sorunu çözmelerini, mevcut iktidardan beklemek hayaldir. Çözümü bilseler, zaten sorun yaratmazlardı.

Hangi birini sıralayalım, 20 haneli bir köyde bir kız evladı cinayete kurban gidiyor, 45 gündür katil ortada yok diye herkes haykırıyor, duyan yok, 

İlkokullar pislik içinde, çocukların aileleri haykırıyor, temizleyen yok, 

Emekliler insanca yaşamak istemekteler, duyan yok, 

Mevcut işçi ücretleri ile yaşama hakkı isteyen çalışanlarla, bunun yetmediğini haykıran bir sendika var, duyan yok,  

İki senedir Sinan Ateş cinayetinin failleri ve azmettiricileri konusunda araştırma yapan gazetecileri susturmak isteyen bir kuruluş ve onun işkilli yetkilileri bulunmakta, gören yok. Gerçeğin ortaya çıkmamasını isteyen ve azmettiricileri koruyan kişilerin varlığını haykıran gazeteciler var, duyan yok. 

Osmaniye ili civarında trafik polisi araması sırasında, Adana Millet Vekilinin oğlunun kullandığı, VEKİL özel çakarlı araçta 20 kilo yaklaşık bir bavul dolusu uyuşturucu yakalanıyor.  Baba, sadece partisinden istifa ediyor, VEKİL kimliğinin bu leke içinde olduğunu haykıranlar var, duyan yok. 

İnsanlar mazruf ‘un ne ifade ettiğine bakmadan içeriğini gözlemlemekte, gelin YARGIYI özerk kılalım ve bilhassa Anayasa Mahkemesi’nin kişiliğini koruyalım, adalet hepimiz için gerekli. Mülkün temelinin ADALET olduğunu büyük önder ATA rahmetlik Aralık 1927’de ifade etti. Dikkat edin, mevcut Anayasa kararlarına uymayan bir yönetim var ortada. Ülkemizin yeni bir Anayasa’ya değil, ülke itibarının, MAZRUF itibarından çok daha önemli olduğunu haykıran bir toplum var ortada, duyan yok, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına. 

MAZRUF
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *