PLATON’UN MAĞARA ALEGORİSİNDEKİLER GİBİYİZ

Önce alegorinin ne olduğunu açıklamam lazım diye düşündüm.
Alegori, aynı La Fontaine’in ünlü fabllarında insanlara vermeye çalıştığı mesajlar için, hayvanları konuşturarak yazdığı kısa öykülerde kullandığı sanat türüne deniyor. Aynı yöntemi, George Orwell, “Hayvan Çiftliği” isimli muhteşem romanında da kullanmış. Orwell’in alegorisinde öykü bir hayvan çiftliğinde geçiyor ama aslında Sovyetler Birliği'ndeki totaliter rejimi eleştirmek amacıyla yazmış. Ne yazık ki bizim gibi gelişmeye niyeti olmayan ülkelerle de çok örtüşüyor.
Özetle bir düşünceyi, ahlaki değeri, ya da öğretiyi; kişiler, olaylar, objeler ya da semboller aracılığıyla dolaylı biçimde anlatma yöntemine alegori diyoruz. Açıkça söylemeden, atalarımızdan miras “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” mantığıyla yapılan anlatımlar bu gruba giriyor.
Platon; günümüzden tam 2500 yıl önce kaleme aldığı ‘Devlet’ adlı eserinin yedinci kitabında; ‘Mağara Alegorisi’ nde, insanların kendi zihinlerinde yarattığı hayal dünyasının nasıl esiri olduklarını ve körü körüne inandıkları bu algı dünyasının dışına çıkmayı bir türlü nasıl başaramadıklarını yazar.
Platon’un romanı, karanlık bir mağarada, doğdukları andan itibaren, başları arkaya dönemeyecek şekilde zincirlenmiş insanların anlatımıyla başlar. Bu insanlar sadece önlerindeki mağara duvarını görebilmektedirler. Arkalarında büyük bir ateş yanar ve bu ateşin önünden çeşitli nesneler geçirilir. İnsanlar arkalarını göremedikleri için, sadece büyük ateşin mağara duvarına yansıttığı nesnelerin gölgelerinden haberdardır. Bu gölgeler, onların gerçeğe dair bildikleri tek şeydir.
Bir gün bu kişilerden biri, zincirlerinden bir şekilde kurtulur, arkasını döner ve ilk kez gölgeleri oluşturan nesneleri görür. Ardından mağaranın dışına çıkar. İlk başta güneş ışığı gözlerini kamaştırır, gördüklerine inanamaz. Zamanla gerçek dünyaya alışır. Gökyüzünü, ağaçları, çiçekleri, güneşi, hayvanları algılar. Yaşadığı yıllar boyunca var sandığı gerçekliğin bir aldatmaca olduğunu anlar ve mağaraya dönüp arkadaşlarını uyarmaya karar verir. Amacı, hiç farkında olmadıkları bir gerçeklik hakkında arkadaşlarını bilgilendirmektir. Arkadaşlarının gördükleri ve var sandıkları gölgeler sadece bir yansıma, bir yanılsamadır.
Arkadaşları onun söylediklerine asla inanmazlar, hatta onunla alay eder, ona kızarlar. Çünkü doğduklarından beri öğrendikleri tek gerçeklik, gölgelerdir. Arkadaşlarının anlattığını sorgulamak, o konuda düşünmek, küçücük bir mağarada bile yarattıkları zavallı konfor alanlarını rahatsız etmek demektir ve hiçbiri bunu yapmak istemez.
Platon’a göre; insan zihni, dış dünyadan gelen sınırlı bilgilerle tatmin olma kolaylığını önceler, aslında daha derin ve karmaşık bir hakikatin farkında olmak istemez. Yani kolaycı insanlar, hayal ettiğiyle yetinip hakikati aramak istemez, düşünsel konfor alanına hapsolur ve bundan da hiç kaygı duymaz.
Platon bu öyküde, mağaradan çıkmayı başarıp güneşi gören insanı, felsefi düşünceyle aydınlanmış bir birey sembolü olarak kullanır… Bu kişi hakikati gördüğünde, önce bu gerçekle yüzleşmekte zorlanır, hatta gözleri kamaşır. Platon böylece, hakikatin her zaman kolay kabul edilmediğini; bilgiye ulaşmanın sancılı ve aşamalı bir süreç olduğunu anlatır bize. Ancak aydınlanan birey, gerçeği gördükten sonra artık arkadaşlarına doğruları anlatmak için yanıp tutuşur. Onca tehlikeyi göze alıp, bu görevi yerine getirmeye uğraşır. Ne var ki bu çaba, çoğu zaman dirençle ve hatta düşmanlıkla karşılanır. Çünkü insanlar alıştıkları algıdan vazgeçmek istemezler.
Platon’un meşhur Devlet adlı eserinin yedinci kitabında yer alan bu, dünyaca bilinen “Mağara Alegorisi”, yalnızca antik dönemin felsefi tartışmalarını değil, aynı zamanda insan zihnini ve toplumun doğasını derinlemesine sorgulayan evrensel bir anlatıdır. Bu alegorik hikâye, insanların doğdukları andan itibaren içinde bulundukları çevre, eğitim, kültür, alışkanlıklar ve deneyimlerle inşa ettikleri bir algı dünyasına hapsolduğunu bize anlatır.
Toplumsal değişimin ne kadar zor olduğuna, bilgiye karşı gösterilen direncin yıllarca kırılamadığına ve toplumun, gerçeklerin çoğu zaman rahatsız edici yanını görmek istememesine, yaşadığımız güzel vatanımızda her gün defalarca tanık oluyoruz… Günümüzde taraflı medyanın, çarpık ideolojilerin, ülke çıkarları masalıyla ülkeyi giderek yoksullaştıran basiretsiz yönetimin ve kötü amaçla kullanılan dijital bilgi akışının etkisiyle insanlar hâlâ mağarada yaşamaya devam ediyorlar.
Son günlerde yapılan tarafsız anketlerde giderek daha çok insanın mağaradan çıktığını görüyor ve bir an önce aydınlığa kavuşmayı diliyorum.
