Allah’ı çok sevmiştim!

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Geçenlerde galiba CNN Türk’te bir konuk, “Diyanet İşleri Fetva Kurulu acilen, hemen lağvedilmeli” diyordu.

Fetva Kurulu’nun “Babanın kızına şehvet duyması” gibi sapıkça bir soruya dini açıdan getirdiği yorumları okuduğumda CNN Türk’teki o konuğun ne demek istediğini daha iyi anladım.

Adamlar, “Haşa… O da ne demek? Böyle sapıkça bir soruya dini nasıl alet edersiniz” diye tepki göstereceklerine “ensest” ilişkiyi teşvik niteliğinde yorum yapıyor, bunu kamuoyu ile paylaşıyor ve bu sapıklığa ortaklık için de bizim cebimizden ödenen vergilerle maaş alıyor.

Aslında Diyanet İşleri Başkanlığı denen kurumun top yekun varlığı da başlı başına sorunlarımız arasında değil mi?

                                               ***

Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu, bir süre önce de evlenme hazırlıkları yapan nişanlı çiftleri uyarıp, nişanlılık döneminde çiftlerin el ele tutuşmaması ve baş başa kalmaması gerektiğini buyurmuştu.

İşleri güçleri yok adamların!

Akılları fikirleri cinsellikte!

Erkek-kadın arasındaki cinsellik konusu hayatlarının merkezine oturmuş. Beyinlerindeki bütün girinti-çıkıntılar cinsellik ağı ile örülmüş.

Zannederseniz bu dinin kadın ile erkek arasındaki cinselliği organize etmekten başka hayata dair başkaca bir düzenlenmesi yok!

                                               ***

Bir sapık, Diyanet İşleri’nin malum kuruluna sapıkça bir soru soruyor.

Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?

Bunu hangi şerefsizin sorup, işleyeceği suça zemin aramaya çalıştığı bir yana, Diyanet İşleri Başkanlığı denen kurumun maaşını cebimizden alan diğer sapıkları, bu ahlaksız, iffetsiz, hayasız soru için oturuyor, düşünüyor, taşınıyor, araştırıyor ve şu yanıtı veriyor:

 Babanın kendi öz kızını öperken şehvet duyması durumunda nikâhın ne olacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı mezheplere göre, babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur (bkz. İbn Rüşd, Bidayetü’l-Mücdehid, Mısır 1975, II, 33; İbn Kudame, el-Muğni, VII, 486; İbn Cüzey, el- Kavaninü’l Fıkhiyye, 138). Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda kızın annesi bu babaya haram olur. Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir. Kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duymak, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir. Şehvet duymanın işareti, erkeğin organında bir uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının da kalbinin heyecanla çarpmasıdır.”

                                               ***

O ahlaksızca soruyu soran adam belki cahilin tekidir. Ama bu yanıtı hazırlayan ahlaksızlar gurubunun herhalde biraz mürekkep yalamışlığı, öyle bir kurulda görev aldıklarına göre de birazcık din-iman-ahlak süzgecinden geçmiş olmaları gerekmez mi?

Böyle bir kurulun, nasıl olur da böyle sapıkça bir soruya sapıkça bir yanıt verebileceğini sorup duran arkadaşıma tahminimi açıklamadım, o da makul buldu. “Bu kurulun içerisinde de mutlaka böyle sapıklıkları olan insanlar var ki, böyle bir sorunun üzerine atlayıp, fetva hazırlayarak kendilerini temize çıkarma gayreti içerisine girmişler” dedim.

                                               ***

Laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun varlığının yanlışlığı başlı başına ayrı bir tartışma konusu. Ancak, son günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan yapılan saçma-sapan-sapkın açıklamaları gördükçe Ahmet Altan’ın son kitabı “Bir hayat bir hayata değer”deki “dine” dair kendi çocukluk anılarını anlattığı bölüm geldi aklıma…

                                               ***

Allah’ı çok sevmiştim” diye başlıyor Ahmet Altan ve şöyle devam ediyor:

Ondan benim anlamadığım kelimelerle bahsediyorlardı ama o benim için, beni sevmesini istediğim temiz yüzlü yaşlı bir dedeydi. Oruç tuttuğum zamanlarda biraz gülümsediğini düşünürdüm.

Doğrusu ya ondan pek korkmazdım. Ama beni sevmesini isterdim.

İlk kez okulda din hocası cehennemi uzun uzadıya tüm korkunçluğuyla anlattığında dehşete düşmüştüm., Benim teravih namazlarında, iftarlarda, sahurlarda hissettiklerimle hocanın anlattıkları hiç birbirine benzemiyordu.

O, beni çok korkutan, bana çok uzak, çok mesafeli, çok gazaplı, benim çocuk aklımın kavrayamayacağı çok ürkütücü bir güçten bahsediyordu.

Biz dede-torun değildik.

Beni sevmiyordu. Kötü birşey yaparsam beni ateşlerin içine atacak, beni yakacak, bana acılar çektirecekti.

Ben ona hiç böyle şeyler yapmazdım  ki, ben onun için hiç böyle cezalar düşünmezdim ki, ben onu seviyordum, o niye beni ateşlerin içine atmak istiyordu.

Çok korktuğumu, çok üzüldüğümü hatırlıyorum.

Bir daha uzun yıllar camiye gitmedim.

Din hocası benim çocukluk dünyamın en huzurlu hayalini o soğuk yatakhanelerde uyumadan önce dua edip kendisine gülümsediğim, herkes bana yaramazlık yaptım diye kızdığında kendisine sığındığım “yakınımı” benden koparmıştı.

Sonra büyüdüm.

İnanmanın huzurundan aklın huzursuzluğuna geçtim.

O çocukluk dönemimden sonra bir daha hiç dindar olmadım, oruç tutmadım, dua etmedim, namaz kılmadım….”

                                               ***

Bence islamiyetin en büyük talihsizliği onu yorumlayan din adamlarının kalitesizliği olsa gerek. Şu dünyada islam dininin geldiği noktaya baktığınızda iyi birşey görebiliyor musunuz?

Bu tür din adamları yüzünden çoğumuz Ahmet Altan’la aynı ortak duyguları yaşamadık mı?

 

 

 

Allah’ı çok sevmiştim!