Varlık Devri

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Her yeni ortaya atılan konu, araştırıldığında ona benzer bir başka konuyu hafızalarda çağrıştırmakta olduğunu görmekteyiz. Yıllar once Osmanlı dönemlerin de tarikatlara devam eden kayıtlı gençler, dergahlara giden sarıklı sakallı müritler, cemaatlerin maddi manevi destekcileri, hatta gayri müslim tebanın tamamı askerlik görevlerinden muaf tutulduklarını hepimiz biliriz.
Osmanlı dönemin de yıllar itibari ile bakıldığın da, batıda bulunan belirli halk gurupları devamlı isyanlara önderlik ettiğini, hatta Osmanlının zayıflamasına ve Batı’da erimesine neden olmuştur.

Tarihçiler, savaşçı olarak bilinen Karaman Beyliği, Karasi Beyliği gibi, KAYI aşiretinin oluşması dönemlerinde aşiret savaşçıları et temini için sürek avları yapıp, aşirete yiyecek sağladıklarını, yerleşik düzeyde olan başka toplumlara baskın düzenleyip haraç ve yağma prensibini geliştiklerini söylemektedirler.
Tarihçiler ayrıca bu düzenin sadece KAYI aşiretinde değil, diğer Türk boylarının hepsinde aynı düşünce üzerinde hayatlarını sürdürdüklerini anlatırlar. Selçuklu’larla Anadoluya giren bir çok beylikler, çeşitli yörelerde yerleşik duruma geçerler. Orta Asya’da ne oldu da bu beylikler Batı’ya, Anadolu’ya yöneldiler, bu konuyu çok araştırmama rağmen bunun nedenleri üzerinde pek fazla bilgi bulmak mümkün olmadı. Dünyadaki bütün şehirlerin Batı’ya doğru geliştikleri gibi.

Anadolu’ya giren Selçuklu’lar, yerleştikleri yörelerde etrafı kolaçan edip başka yörelere göz diktikleri söylenir. Selçuklu’larda ErtuğrulGazi’den sonar beyliklerin aralarında liderlik yarışması konusunda anlaşmazlıkları, Anadolu’nun kaderine etki eden beyliklerin aralarında ki husumeti geliştirir. Barış yöntemini seçmediklerinden, baskın olan beylikler diğer beyliklere açtıkları savaşla egemenlikleri altına alırlar. Bu Osmanlı devletinin kurulmasına kadar sürer.

Osmanlı devlet düzenine pek de kolay ulaşılmadığı bir hakikattir. İznik tek furundan yardım alabilme adına, Osman Bey’In oğlu Orhan’ın siyasi bir evlilik yapması ile, Osmanlı Devletinin bazı temel ilkelerinden vazgeçmiş olduğunu görmekteyiz. Aşiret idaresinden kurtulamadıklarına şahit olmaktayız. Padişahların OrhanBey’le başlayıp, saltanatın Türk ırkını terkettiği bir gerçektir. Osmanlı İstanbul’u ele geçirdikten sonar bu yozlaşma daha da artar. Hele son zamanlara geldiklerinde, yıllar içinde sarayda doğan yüzlerce çocuktan bir çoğu boğdurulur. Tiyatro serine benzeyen ‘Sarayda Cinayet Var’konusu, Sarayda her an bir cinayet işlenebilmesinin mümkün olacağını anlatır. Bu cinayetlerin korkusundan, iktidar olabilme adına planlanan korkunç senaryolar dönerken Saray halkı, harem de nasıl yaşar, geceleri nasıl uyurlar diye her zaman düşünürüm.

Osmanlı dönemi aslında ders alınacak devlet idaresidir. Balkanlar’da hakimiyet sağlanmasına kadar olumlu yönleri bulunan bu idarede, doğudaki halk topluluklarının isyanlarına kadar zayıflıyarak gider. Çünkü devlet idaresini sadece Batı’ya yönlendiren Osmanlı, Yavuz Selim zamanında Şam’dan getirilen tarikat, mezhep, cemaat gibi kalıplardan her daim fraksiyonlar üreyerek çoğalmıştır. Sadece Istanbul’da Osmanlı döneminde kayıtlı 426 tekke de, 18.000 kayıtlı fanatiklerin var olduğu söylenir.
Bu grupların Istanbul dışındada şubelerini kurmaları, Sultan Selim zamanına rastlar. Bu gittikce artarak gelişen durum, hem Osmanlının başına bela olur, hem de bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini sarsma çalışmalarına kadar devam etmektedir. İslam dini tanrıya ve peygambere eş koşmayı Kabul etmez. Yani müslümanlık alt birimlerin oluşturmasını Kabul etmez.

Bu gün ise bizim Cumhuriyetle gelen değerlerimize sahip çıkmamız gerekir.Yeni yapılmaya çalışılan Anayasa hem zemin, hem zaman olarak bu ülkemizin öncelikli bir konusu olmasa gerek.Çoğunluğu olan bir iktidarın istediği kanunu, virgülünü bile değişmeden meclisten çıkarabilmesinden daha büyük siyasal GÜÇ olabilir mi?

Daha fazla hangi güce sahip olmak isterki bir iktidar? Bu ancak diktatörlük olsa gerek. Yeni teklif edilen Anayasada bir başka önemli konuda, Askerlik muafiyetinin, Meclise sokmayı düşündükleri 18 yaş evlat, eş, dost ve akrabalarının bu muafiyetten yararlanması mı hedeflenmekte? Düşünmek gerek.
Bu davranış bana, 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhidi Tedrisat Kanunu ile kaldırılan bu mufaiyetin yeniden hortlamasına imkan vereceğini anımsatır. Suriyeli Araplar’ın Türkiye’de gezip dolaştığı bir devirde, bir hiç uğruna Suriye’de şehit olan Mehmet’ler için yüreğimiz yanarken, bu muafiyetten kimler yararlanacak diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.


Varlık Devri