Patron kimdir?
Bu hafta sonumu patronluk deneyimlerimi yazmakla geçirmeye karar veriyorum. Neden mi? Gazetede ilginç bir habere rastladım-
Kıt kanaat geçinenler...
Ayda 150 dolarla geçinen patron varmış[i]. 2001 yılında Türkiye’de işadamları, serbest meslek erbapları ve sanatçılarını ayda bu parayla geçindikleri maliye tarafından tespit ve tevsik edilmiş. Bu kişiler ayda ortalama 43 dolar kadar vergi ödemişler. Asgari ücretin 115 dolara çıkarılması halinde ücretlinin ayda 14 dolar vergi ödemesi bekleniyormuş.
Bu mucizeyi yaratan insanlara hak ettikleri payı vermemek insafsızlık olur diye düşünüyorum.
Ben, kişisel olarak, patronluk müessesesini çok seviyorum. Bir kere kapısı icat yapmaya ve mucizelere karşı sonuna kadar açık. İkincisi, istisnalar hariç tutulursa ömrü kısa. Birinci nesilde hemen çökmüyorsa bile ikinci, en geç üçüncü neslin eline geçince çöküyor veya parçalanıyor. Bu bakımdan incelenmesi uzun yıllara yayılan araştırmalara ihtiyaç göstermiyor.
Kimi zaman patronlarla yakın çalıştım, kimi zaman patronluk yaptım. Kolay görünse de patronluk çok zor bir iş -
Bütün ay boyunca yanında çalıştırdığı, el-aman, personel, yanaşma, maraba, ecir, bordro mahkûmu olarak bilinen, kişilerin Peşinde koşacaksın, nazını, ağız kokusunu çekeceksin, bir yığın yanlışlarını düzelteceksin, ailevi sorunlarına bakacaksın, çalıp çalmadıklarını izleyeceksin ve üstüne üstlük her ay sonunda da ücretlerini, maaşlarını, ikramiyelerini, primlerini, yol, yemek, ağırlama giderlerini, benzin, kırtasiye, telefon paralarını tıkır ödeyecek; istersen sigortalarını yatıracak, gönlünden koparsa gelir vergilerini tediye edeceksin.
Patronluk müessesesi aynen yöneticilik konusu gibi bizim ülkemizde en az araştırılan konulardan arasında yer alıyor. Zaten “Kamuoyu zoruyla istenmeden kaçınılmaz hale gelmedikçe hiçbir konu ne araştırılıyor ne de yapılan araştırmalardan geçerli sonuç elde ediliyor ki bunlar araştırılsın!” denebilir.
Osmanlı’da ticaret gayrimüslim kişilere imtiyaz olarak verildiği için, Kurtuluş Savaşı arkasından İkinci Dünya Savaşı bizdeki işadamı kavramının gelişmesi ancak 1950’lerden sonra olabilmiş. Patronluk bu yıllardan sonra hızla yükselişe geçmiş.
1950’lerde Hacıağalık ile başlayan adlandırma, 1960 ve 70’li yıllarda komprador, son on yılda da ensesi kalın, mal sahibi, işadamı, iş bitirici, hortumcu... gibi farklı adlarla anılmaya başlandı. Patronluk müessesesi esef verici bir şekilde birkaç on yıllık sürede bazı kişilerce ciddi itibar erozyonuna uğratıldı.
Bu başlık altında daha önce de belirttiğim gibi sadece mal sahipliği ile özdeş pür patronluğu kısaca ele alacağım, sermayeye katılımı olmaksızın elde edilen yarı patron edalı, vekilharç izlenimi veren profesyonel yöneticilik olgusundan yöneticilik kısmında bahsediyorum.
Yazdıklarım, profesyonel yöneticiler ve çalışanların patronluk müessesesi hakkındaki genel kanaatlerini ifade etmek amacını güdüyor. Patronluk müessesesi iyi mi kötü mü, faydalı mı zararlı mı diye bir tartışma açmak ve yalan yanlış bir yargıya varmak gibi hiçbir girişimim yok. Tüm seçkin kişiliğe sahip, hayırsever patronları ayrı tutuyorum.
[i] Hürriyet Gazetesi, 16 Temmuz 2001.