Kendimizi yeniden ele geçirmeliyiz
“Herkes diğerine kurduğu tuzakla yaşar.”
Jean Baudrillard
Kurnaz, eril, dışlayıcı, argümanlarla yeryüzünün yıkıklığını “ilerleme” olarak algılama düşü ile boğulan değil miyiz? Vaat edilen, özveride bulunmamız istenen, alkış tutmamız gereken ise kalıplara sığmamız değil mi? “İnsanın kendini yeniden ele geçirmesi” insanın kendine yapacağı en büyük yükseliştir belki de…
Simmel, “Olumsuzlama dünyanın en basit şeyidir. Bu yüzden bir hedefte anlaşamayan büyük kitleler burada buluşurlar,”diyor. Belki de “olumsuzlama” insanın çektiği en büyük cezadır.
İnsan; red etme, yok sayma, cephecilik, inkârı tercih ederek ve karşıtlık yaratarak “bir nesne kalma pozisyonu” dramından asla çıkamıyor. Birlikte yaşadığımız, iletişim sağladığımız, iş yerinde aynı soluklanışı yaptığımız, sosyal ve kültürel yakındaşlarımızı da gözlemleyerek bu tutsaklığı hissedebiliyoruz. “Hiç bir konuda asla suçsuz değiliz.” Dostoyevski boşuna, “ben suçsuz olsaydım, hayatımda bu kadar suçlu olmazdı,” dememiş.
Kitleleri ve bireyleri, olumluluk, pozitif düşünce, doğruluk tutumlarında motive etmek güçleşmiş durumda. Çünkü, hepimiz bir gölge, bir nesne, estetik makine olma yolunda safları sıklaştırıyoruz. İnsanda reddetme, yok sayma, ayrıştırma güdüleri bilinç dışı zihninde bol oranda kodlanmış ki, kitleleri yeniden sevimli, hoş görülü, makul, olumluya dair tahrik etmek artık ışık hızıyla zorlaşmaktadır. Sadece kendimiz olmak değil, kendimiz dışındaki magazin, reklamcı, popüler, popülist etkilerin birer mağlubu ve savunucusu hale gelmiş durumdayız. Çünkü doyumsuzluk baş döndürücü şekilde insanı tabuta çiviletmiş; “bize sunulana gömülmekten” kaşımızı, başımızı, gözümüzü kaldırmaya mecalimiz yok.
Çağımız kitleleri, evrensel tüm doğal gelişimleri, doğal etki, doğal varoluşları reddetme üzerine kümelenerek, sıradanlığı tercih etmiyor mu? Sanki kitleler her bilimsel mekanizmayı, her yeteneği, beceriyi, farklılığı, ötekiyi, yeni ekolojik tasarımları, yükselen değeri itibarsızlaştırma namına kurgulanmışlar. Aşırı tepkisellik korunaklılığını sürdürdüğü sürece, yaşamda özne değil nesne ve gerçek değil gölge olmaktan kurtulamayacağımız aşikardır.
Her şeyi toptan ve kinle, öfkeyle, hınçla inkâr etmenin yaygınlığı, aynı zamanda insanlığı yavaş yavaş kendi özünde zehirleyen bir durum olarak yakıcı olmayacak mı? Oysa kendi dışımızdaki her şeye saygı ile, sevgi ile, dayanışma ile, işbirliği ile umursama ile yola çıkmak insan zihnini en üstün meziyeti ile coşturmaz mı; üretkenliği, yaratıcılığı, doyumu, yeterliliği okyanuslaştırıp bizi keyiflendirmez mi?
Bize rağmen dönen dünya misali, insan da gidip gidip hep aynı yerde kalıyor; böylelikle en büyük köleliği, ızdırabı, çileyi, yoksunluğu zamana ve kendisine yaymıyor mu? Binlerce yıllık insan dramları, acıları, sefaleti, yoksulluğu, eşitsizliği hep aynı kalmışsa bunun kökenlerini bulup ayıkladığımızda; insana, hayata ve doğaya can katmayacak mı? Başımıza gelen birçok şey rastlantısal gibi gözükse de, bunun böyle olmasında insanın mutlak elinin olduğu şüphesinden vazgeçemiyoruz.
Biyolojik, psikolojik, zihinsel, sosyolojik tüm yönleriyle insan yenileşmek, kendi yörüngesinde özgür, gerçekçi, sorun çözen, öteki ile buluşan, her şeyle iç içe girmeye mecburdur. Bizler kendimiz dışındakilerin ıslıklarına, dalgalanışlarına, varlığına, tebessümlerine, neşesine, seslenişlerine ve aklına da muhtacız.
İlk insandan bu yana hiçbir değer, hiçbir inanç insanı özgürleştirmekten vazgeçmedi; hiçbir değer, hiçbir inanç bölüşüm, adalet, erdemli, yükselen, paylaşımcı, iyi olan, yaşamsal doğrular ve vicdan sahibi olmak dışında bize bir öğütte bulunmadı; çünkü bunlar doğanın, var olmanın, varlıklaşmanın, aklın ve bilimin evrensel değerleridir.
İyi ve doğrunun safı, gülmek ve güldürmekten korkmayanın safıdır; gerçek ve adil olanın safı bir olmaktan, birlikte olmaktan ve farklı olmaktan çekinmeyenin safıdır; adaletli ve özgürleştirici saf, cesurların safıdır.
Beraberce şarkılar, türküler söylemeye, oyunlarda ele ele tutunmaya, sevda ve sevginin ezgileriyle bulutlanmaya ihtiyacımız var. Müziğin sesinde, sanatın mizahında, edebiyatın satırlarında zihnimizi özgürleştirerek, kalbimizi canlandırarak, insan kendini ele geçirmelidir.
Katkı Alınan Kaynaklar:
Kötülüğün Şeffaflığı (Jean Baudrillard)
Karamazov Kardeşler (Dostoyevski)