İnsan Yaşamayı Değil Hatırlamayı Sever!
“Kalpte kazanılır ve kayb edilir gerçek özgürlük.” M.Naimy
Keşke şu ‘geçmişe hayranlığımızdan’ kurtulabilsek; geçmişe takılıp geçmişi hatırlamak uğruna bugünden, yarından ve gelecekten nefret etme duygusunun hayatlarımızı boğduğunun farkına varabilsek. Anton Cehov, “insan yaşamayı değil, hatırlamayı sever,” diyor. Oysa geçmişe takılıp, “parlak geçmişle” avunmanın ne büyük çaresizlik, cılız çırpınış ve yaşama yetememe olduğunu bilgeler bize hep hatırlatır.
Erich Fromm’a göre ise, kişilerin ilgi alanları ve yaratıcıkları gelişip değiştikçe; bunlar dostlarına, sağlığına, yaşamdaşlarına, gezilere, sanata, doğaya ve kendi benliğine yönelip yayıldıkça; o dar boyutlu tüm tutkular aşılmış olacaktır.
Anton Çehov, eseri “Step’te” yaşamın gizemi ve görkemine sığınmamızı tembihler:
“Ruhunla anlamaya, kavramaya, hissetmeye başladığında: İşte o zaman börtü böceğin curcunasında, muğlâk taş figürlerde, eski höyüklerde, uzak gökyüzünde, ay ışığında, gece kuşlarında, gördüğün ve işittiğin her şeyde güzelliğin ihtişamı, gençlik, güçlenip serpilip gelişme ve hayata susamışlık tutkusu kendini göstermeye başlar.” İşte hayat bize dalgın dalgın boynu bükük bakar ama tüm sevecenliği ile ona yetişmemiz için sabreder.
Nietzche de, “yaşama sevgisizliğin” insanlığı bertaraf ettiğini dair fikirlerini şöyle belirtir:
“ >Hiçbir şeyin değeri yoktur-yaşamın değeri yoktur.< Bu tür bir yargı, sonunda büyük bir tehlike olarak kalır, bulaşıcı etki oluşturur. Toplumun tüm hastalıklı zemininde çabucak filizlenerek çoğalır. Bu koşullarda çürümeyle beslenmiş bu tür zehirli ağaç bitkileri, buharıyla çok uzaklara, binlerce yıl öncesine dek yaşamı zehirler.” Oysa doğa bize yaşamın bir tek anının bile yaşanmadan geçilmemesini tüm göz alıcılığıyla sezdiriyor.
Mutluluğun bol olma ihtimaline, güzelliklerin ihtişamına, hayatın sahip olduğu zenginlik ve esenliklere kendimizi layık görmememiz ve bunlara korkuyla bakmamız, ne boş bakışlardır. Hayattan ürkmemize neden olan bu boş bakışlarımız nasıl beslendi?
Görünüşümüzü insan bırakan ama sessiz, masum, sevecen, erdemli ve vicdanlı yanlarımızı tırpanlayan her şey öldürücü bir zehri akıtmıyor mu? Şimdi ve gelecekte, her an çoğumuzun keşfetmediği, içine giremediği, çekindiği, uzak durduğu başka bir dünyanın olmadığını kim iddia edebilir? Muhtemelen büyüleyici, seyrine duyulmayan, kötülüğü barındırmayan, ruhu iyiliğe boyanmış başka bir dünya bizim dünyamızdır!
Ruhumuzun zayıflayan tüm yönlerine, yok edilen yaşamsal tüm yanlarımıza, zihinlerimize, çürümeye yüz tutmuş vicdanlarımıza ve hakikate; şefkatle, sevgiyle, içtenlikle ve anlayışla dokunma zamanı gelmedi mi? Unutmayalım, ölen, yok edilen, viraneye dönen, çürütülen, yoksullaşan ve de yaşanmayan her şey biziz!
Kompartımanı olduğumuz kuralların, kurumların, buyrukların, ahlakların, adetlerin kölesi olabilmek adına ne çok şeyi feda etmişiz; yaşamamız gerekeni, özgürlüğü ve buluşmayı nasıl da parmaklıklara gizlemişiz!
Onun içindir yaşamı anlamsız, gereksiz bulmamız!
Yararlanılan Kaynaklar:
Beyaz Diş (Jack London)
Step (Anton Cehov)
Putların Alacakaranlığında(F.Nietzche)
Sahip Olmak ya da Olmak (Erich Fromm)