Işığını Yaşama Hep Açık Tutan Anneler!
“Sana alıştığın şekilde acıyamam.”
İnsan ara sıra oturup şöyle bir düşünüp ne var ne yok deyip yargılamadan eteğindekileri boşaltmak istiyor. Bazen de İçine girmek istiyorsun gücü yüreğinde toplayanların. Hepimiz sıradan birer insanız, hepimizin travmalarının çokça olacağı zamanlardan geçeceğimizi bilerek yüzümüze tutmalıyız kendimizi.
Bugün Anneler Günü. Bu yazı yayınlandığında “Anneler Günü” doğal olarak geçmiş olacak. Anneler Gününde anneler adına bir şeyler söylemeye çalışmak tabi ki duyarlılık, samimiyet ve sorumluluktur. Ancak yeryüzünün tüm acılarını, yoksulluğunu, ayrılıklarını, nefretini ve de kaygılarını sırtına yüklediğimiz anneler adına söz almak gerçeğin çok gerisinde kalacak ve asla yeterli olmayacaktır.
“Kutsallaştırılmış annelik rolü” üzerinden esarete tabi tutulan, kendi varoluş ve yaşamsal özünden koparılan, hayatları hiç edilen ve sınırsızca emek sömürüsü ile boğdurulan anneleri “Anneler Gününde” ne kadar hissedeceğiz?
Üç nesil, beş nesil belki de on nesil içlerine şırınga edilen ölümcül depresyonla yavaş yavaş çürümüşlüğe terk edilen dünyanın anneleri bunlar!
Mülkiyetçiliğin, siyasetin, kültürel ve sosyal mitlerin erksel kurnazlığında tepeden tırnağa dizayn edilen yaşama, sınıflara, cinsiyetlere dair annelerle itirazın iradesinde buluşabilecek miyiz?
Açlıkla susmuş, susuzluktan kurumuş, güneşin kavruğunda nefesi kesilmiş ve soğukta donan çocukların annesidir sarılacaklarımız. Çocukların hayatlarına siper, bedenlerine örtü, ciğerlerine soluk olan anneler bizimkiler. Bugün sınırlarda ölüm ile yaşam arasındaki “bilinmezlik cehenneminde” bebeklerini yüreklerinde saklı tutan anneler bunlar.
Yeryüzünün sahibi olduğunu iddia edenler doymazlıklarına neleri kurban etmediler ki? Küçücük, eli sopalı bir grup önce yuvayı sonra doğayı, köyü, şehri, yurdu ve insanlığın birikimlerini çayır cayır aleve verdi; harabeye döndürüldü gelecek bin yılda, yüz yılda tutuşan insanlığın şefkati düğümlendi ve yığınca eziyet yine annelere miras edildi.
Ekranlarda suratımıza çarpan, kıyıya vuran bebeğin bedenini toplayan annenin şamarıdır. Savaşta ve göçte anne kucağını sığınak yapan yavruların sızlaması sağır ediyorken; bir yudum merhamete muhtaç ağıt gözlerden ırak tutuluyorken; annelerin ruhuna vicdanımızı açabilecek miyiz?
Çocuklarından koparılan, gecelerini yaslara açık tutan ve hayatın sivri acılarını yüreğinde yumrulaştıran annelerin dünyası bu. Harabeye döndürülmüş umutlarda, boynu kırıkça hüzün ve matem aleviyle tutuşan annelerin hakikati bu. Kapıda, camda, damda, sokakta ağıt dolusu suskunluk yaşlanırken, çığlık atabilir mi sevinçler? Ne de basitçe özümsedik ki iyi olmayan şeyleri?
Bu gün Anneler Günü, kâinatın güzelliğini, ruhun sonsuzluğunu, hayatın özünü, iyiliğin canlanışını yüzümüze ilk katan annelerin günü.
Belki incinip incitmemek elimizde olmayabilir; ama hiçbir varlığı, canlıyı, emeğin sabırlı çınarı anneleri incitmemeye direnebiliriz.
Anneler Gününde insanlığın, yeryüzünün, hayatın, doğanın ve evrenin iyileşme çığlıklarını duyabiliyoruz; hegemonik güçlerden, her alanı sarmalayan talandan, maddiyatçılıktan, zihniyet körlüğünden, sevgi fukaralığından uzak durmayı deneyebiliriz.
Şefkatli zekâyı, mütevazı birikimleri, barışçıl özveriyi, özgürleştirici ruhu yeşerten annelerle buluşabiliriz? Karşılıksız paylaşmayı, üretkenliği, sabrı, dayanışmayı bilen annelere tutunmak ne büyük yüceliktir?
Huzur, neşe, keyif ve coşkun gülüşlerini karşılıksız armağan eden annelerimiz! Ne çok muhtacız, annelerin yarattığı kibar ay ışığına, narin samimiyete, yaşamın en güneşlisine ve sevginin en yakıcısına!