Ve Susturma Sor ve Hisset Yüreğini
“Çevrendekileri her zaman dinle ve hiç dinleme.” Sokrates
Ne kadar heybetli olursa olsun uçurumu vardır her şeyin. Hayat bu işte, tek başımıza başlatmadık ki kendimizce yönetelim. “Kendim olarak kendimin” her an farkına varmaktır belki de hayat. Başka şeylere bağımlı ve mağlup oluşumuz, belki de sahip olduğumuz zenginliklerin, çoklukların ve bollukların farkına varamayışımızdandır?
Biz hissetmeden ne çok dövülür bazen en kibar dallarımız. Kızaran bakışlarımıza acı toplaşırken, yanık izlerinden tanırız saklanan o ürkek göz bebeklerini. Ateşle dansı ne çok arzularız, çıt çıt eden her kıvılcımın heyecanı bedenimizi kuşatsın bekleriz. Ama her an ne çok şey hayatlarımıza dalıp kopartıyor özlemlerimizi. O kirli niyetli eller nasılda sinsice susturuyor en emekçi müjdelerimizi.
Aşklarımız, yaban otlarımız ve karıncalarımız kaç bin yıl gizlendi yosun tutan duvarlara? Tekrarlanan bir dünü aşamıyor hayallerimiz. Yeniden yeşeren, hem de en gencinden düşlerimize ne çok öfke çevriliyor. Kaç kere silindi mavilikler, kaç kere yağmalandı yağmurlar, biliyor musun kaç ıslak güneşi susturdular. Dertleştiğimiz havamızı, bizi saklayan suyumuzu ve altında fısıldaştığımız ağacımızı zalimce astılar en yürekli yerinden
Kayıplarda olan çeşmelerimiz vardı. Meydanda başına üşüşür neşeyle bekleşirdik. Ayaklarımızı ıslaklığa gömen hüzünleri buluştururduk. Çocuksu tartışmalarımız yankılanırdı, kovalanırdık hınzırca bakışlarla. Peri masalları uçuşurdu; genç ümitler bu masalların nefesi ile tazelenirdi. Çağlayan gecemsi toplaşmalarda mutluyduk ve özgürce bağrışırdık.
Bugün sabah uyanacağız. Patron, iş, otobüs, vapur alacak bizi. Siyah elbiseler içinde beyaz gömleğin dokunaklı kravatları çalacak bizi. Her ana sığdırılmış koşturmacalar unutturacak bizim olan yaşamı. Ellerimiz, yüreklerimiz ve zihnimiz henüz öpüşemeden bir yerlerde kül olup, sele kapılacaklar. Sahte ve iki yüzlü olmayan sevdalarımıza soğuk sınırlar ve kör düğümler atacaklar.
Her an ne çok boğulur, ne çok ürperir bohçamızda toplaşan inci vicdanlar. Hınç, öfke, şiddet susturamaz uyanmış ve ışıldayan mavi kıvılcımları. Sevinçlerin nefesini, çirkin tahammülsüz eller bastırsa da susamaz kelimeler! Yeryüzünün tüm kelimeleri alır başını ve duru sabrıyla kafa tutar haksızlıklara!
Mahzun, suskun ve kibar niyetlerimizden yeşeren zamanın çırpınışları vuruyor kıyıya. Karanlığa direniyor sazlar ve hüzünler; direnç iyileştirir, ayaza kafa tutan kardelendir o. Unutma, fırtınasından korkulur direncin!
Çılgın renk, büyülü ses ve güzel kokulu ezgilerimiz müthiş dokunuşlarıyla gökkuşağına sığınıyor. Ey gülüşüm, ey şafağım, ey beyaz bakışım hadi dokun artık, adalet ile sulansın toprak. O toprak ki köpüğüyle, tılsımı ile ve tanıklığıyla can katsın en çok yolunan yanımıza.
Hadi gezelim biraz geceyi, büyüsüne kapılalım sükûnettin. Şöyle bir kulaç edelim gök kubbeyi, gülsün gezdirsin bizi buzdan bulutlar. Kayıp olalım kendi ikizimizin benzerliğinde. Ezelden beri biriken tüm renkleri besleyelim. Bir tenha yüz, suskun mevsim, hüzünlü yaprak ve narince patikler örelim en uç umutlara.
Dokunamadığımız, anlamadığımız ve konuşamadığımız şeyler daha çok iyileştirir bizi.
Islığını ulaştır sevinçle ümitlere.
Dinlen çılgınlaşan yağmurun şarıltısında.
Ve susturma, sor ve hisset yüreğini!
Bak tırtıl, okyanus, çam kokuları ve saka kuşu inançla saf durmuş özgürlüğe.
İşte bu kadar!
Karmakarışıktır bütün tatlar ama bizde gizlenmiştir…