Nefret ve Sevgi’nin Kıyısındaki Hayat!
“Kendinizde keşfedebilirsiniz düşündüğüm şeyi” V. Woolf
Ruhumuza kulak verdiğimizde her an hayatımızda devrimler gerçekleşsin istiyoruz. ‘Kendimize koşmanın,’ direnişe evirilmesinden keyifleniyoruz. Doğrunun, on binlerce yıllık geçmişinde olduğu gibi sıklıkla yenilenmesi gerektiğini de biliyoruz. İyi ve kötünün iyice ayıklanmasını; saklı kalan gerçek yaşam kıvılcımlarını uçurmayı; geniş, renkli ve sevinçli yolculuklarla dünyamızın canlanmasını seviyoruz.
“Modern insan hem tutsak, hem özgür,” hem de korku dolu bilinciyle hayatını iyileştirecek yollarla temas kuramamakta. Bizi biz edecek deneyimlerle karşılaşılmadan ve bunların akıttığı ıstıraplara tümüyle katlanılmadan, peşinde olduğumuz hayatın gerçekleşmeyeceğinin de farkında olmalıyız.
Tarihin, suçla suçsuzluğun yan yana var olması ile bugüne vardığı bilinse de, insanın kendi varlığına (barış, eşitlik, özgürlük, hak hukuk, adalet, sevgi, toplumsallık vb.) ulaşma iradesi asla sarsılmadı.
Yeryüzüne bu kadar kökleşmiş nefreti, hayatsal deformasyonu, hoşnutsuzluğu, husumeti; sınıflar arası kültürel, sosyal ve ekonomik çarpıklığı irdelemek veya kavramak kolay olmayacak ama, ‘içimize bastırılmış insanlıkla’ yeniden temas kurma olasılığı tutum almaya bizi itmektedir.
Mevcut dönemi ve toplumsal açıdan bizim ‘ikna edildiğimiz normalliğin’ ilerisine sıçramadan da hakikati hissetmek zorlaşacaktır. Geçmişi, yaşananları, öğretileri, rollerimizi ve neden sonuç ilişkilerini doğru temelde tanımlamadan hakiki bir yönelime ulaşma beklentilerimiz hayal kırıklığı ile sonuçlanacaktır.
Dönemin kendi gerçeği ve hayatın kendi hakikatine içselleştirmeden, neden ve ne için yaşadığımızı belki de hiç bilemeyeceğiz. Dünyaya gelip, insanlığını gerçekleştiremeyen yığınsaldan olmak istemiyorsak, hepimize karışan ölüseverliğin (şiddet, yok etme eğilimi) ve tüm insani yabancılaşmaların kaynağını yaşam severliğe kodlamalıyız.
Nefretin salyaları ile kirlenmiş gece ve gündüzden hoşnut kalabilmek mümkün mü? Gök maviliğin derinliğini hissetmeye; mehtaba, ışığa ve sıcaklığa uzanma isteğimizin gömüldüğü mezardan çıkmak zorundayız.
Gizlenen bunca hınç, sevgisizlik beynimizi sinsice işlemez hale sokmuş. Zihinlere dolandırılan nefret, kin ve öfkenin şehveti ‘insani tüm kabiliyetlerimizi’ yenilgiye ve de çaresizliğe itiyor. İnsan, doğa, doğal varlıklar, kültür, sanat, üretici alanlar ve birlikteliklerin tamamı bu düşmanlık zehriyle çürümeye terk edilmekte.
İnsanlığın bu kadar felaketlerle karşılaşması elbette kendiliğinden olan tesadüfü bir durum değil. Kırk elli asırdır para, güç, iktidar ve şehvetin putlaşması: nefret, ayrımcılık, bencillik, bana necilik, açgözlülük ve duygu körlüğü zemininde vücut bulmuştur.
Nefret aslında çöküşün de ifadesidir: Yaşayamadığının, sevinci bilememenin, duran kalbin, insani çöküşün, renkleri ayırt edememenin, zihinsel ölümünün itiraftır
Amaçsız bir varlık haline gelmeyi beklemeden kendimizdeki yeni dönüşümleri diriltmeliyiz. Tüm varlığımızı ve öz kimliğimizi anlamaya, sorgulamaya ve de direnmeye açmalıyız. Düşünme, hissetme, hoşnutluk ve empati kanallarıyla ilişkimiz yeniden düzenlemeli; deneyimlerimizi doğrusal etkileyen bu yaşamsal duvarları nefret ve kindar kötülüğe karşı kararlılıkla yükseltmeliyiz.
Ulusal ve uluslararası tüm yıkıcılığın karşısına vicdani tüm rezervlerimizle cesurca dikilmeliyiz.
Yüzü koyun, dilsiz, kulaksız ve duyarsız yatmalarımızı sonlandırıp, yüzümüzü yedi kıtanın acıları ve tüm renkli insanlığın dramlarına açmalıyız. Bir şeyler istemeliyiz, bize tasarlananı değil, “bizim olan” ilkbaharı kalbinden tutup sevmeliyiz. Bizim olana, hepimiz olana, kendi emeğimizle, gözbebeklerimizde saklı tuttuğumuz narin dünyaya sevinçler akıtmaya ümidini bağlamış tüm insanlık.
Coşkuya, kahkahalara boğulan ve yıldızları özgürce karşılayan mevsimlerimiz olsun istiyoruz.! Bilgi, bilim, duygu, zihin ve cesareti ümitsizliğe hapsedilen yaşamlara fışkırtmalıyız.
Sevgimizin, eşitliğin, barışçılığın ve özgürleşmenin başkaldırısı evrende ezgiye dönüşmeli!
Dipnotlar ve Yararlanılan Kaynaklar:
Kendime Ait Bir Oda (Virginia Woolf)
İnsan Olmak Üzerine (Erich Fromm)
Öldürmeyeceksin (Hermann Hesse)