Karanlıktı Ama Yürekleri Aşırı Işıldardı! (Karabük/Amasra Madencilerine)
“Ölümün bir başka yaşama açıldığına inanmak hoşuma gitmiyor.” Albert Camus
Hayat ölümle yaşam arasında ince bir çizgidir. Bizden habersiz bizle var olur. Gizlice yanı başımızda durur. Ölümü hayatın hep düşmanı biliriz. Oysa yaşam varsa diğeri de olacaktır. Ama acı olan, hayatlarımıza bizim dışımızda, onayımız olmadan, bilmeden ve isteğimiz dışında buzulların sivriliğinde ölümüne dans ettirilmesidir.
Çoğumuz aslında defalarca yaşama yeniden dönmüşüzdür, bazen boğulacakken bir el sulardan yükseğe uçurur bizi, bazen yollarda çarpışmayla yüz yüzeyken kabaran ve donan gözlerimizle inanamayız bundan sıyrılışımıza. Bir patlamanın yakınında son anda tesadüfen kendimizin yeniden yaşadığını fark ederiz. Çoğunlukla hayatın habersizce bize kurduğu tuzaklardan her baş edişimizle yeniden canlanırız.
Tüm bu yeniden varoluş sevinçlerimiz, yaşamımızın kâğıttan kaplama olduğu göstergesi değil mi? Birçok girdaptan, yaşanan acılardan ve kayıplardan ders çıkaramadıkça her fırtına bizi alıp alabora edecektir. İnsan emeği, ürettikleri, insan sağlığı, insan hayatı, insancıl duygular o kadar ucuz, o kadar sıradan, o kadar görünmez olmuş ki; kimin nerede ne zaman hayattan koparılacağını hangimiz samimiyetle önemsiyor ki?
Her güne birden fazla kadın cinayeti, çocuk istismarı, yangınlarda çocuk ölümü, intiharlar, kaza süslü can verişler, tedbirsizlikle bollaşan kazalar ve maden ocaklarında ölümü soluyan ve ölümün kara dumanını içine çeken binlerce Can. Tüm ahlar vahlar, görevi yerine getirme mecburiyetiyle ve makul süreyle sınırlı, ortalığı yatıştırmaya yarayacak suni gözyaşlarından başka nedir ki?
Amasra /Bartın'da hayatı çok seven, hayatı sevdiği için sürekli insanlığa üreten, ürettiği için mutlu olan, üretmek için yer altının karanlık tünellerinden ışıklarını ve sıcaklığını yeryüzüne yayan kırkın üzerinde Can’ın bedeni göz göre göre ateşlerde kül oldu. Madencilerin haykırışlarını duyabiliyoruz: "Madenler, hep bize mezar oldu; çocuklarımıza, eşlerimize ve ailemize korku, kaygı, tedirginlik ve hep ölüm saçtı, " diyorlar.
Karanlıktı ama yüzleri aşırı ışıldardı, yürekleri coşkulu ışıklarını hep dışarıyı aydınlatırdı. “Kaç kez döküldüm, kaç kez kayboldum, kaç kez yıkıldı üstüme bütün duvarlar, kaç kez zehir sızdı beynime, biliyor musun,” diyor madenci. “Beni tanımayanlar, beni bilmeyenler, beni önemsemeyenler: Geceden korkmamanız için size gündüzlerimi armağan ettim, kışı sevmeniz için size baharımı sundum,” diye anımsatıyor madenci.
Şen, şakrak ve kahkahalar eşliğinde girdikleri çukurlarda, kuytu karanlık ve dehlizlerde; yüzleri, şarkıları, güçlükle biriktirdikleri ve dışarıda bıraktıkları kayıp eridi. Balyoz seslerinde, çekiç vuruşlarında ve yükselen tozların griliğinde bile nasırlaşan bedenlerinin içindeki yüksek ve umutlu gülüşleri bize Güneş oldu. Işık saçan yüzlerinden, yardıkları kayalardan ve derinlerden dışarıya koşan temiz alın terleri bize hep nefes oldu.
Ortadan ikiye bölünmeyi, paramparça olmayı, bedenini hep bir morgun yanında hissetmenin ne demek olduğunu biliyor muyuz? Oysa herkes kaygısızca, kusursuzca doya doya bir şarkının dokunuşlarını hissetmek ister; dehşet ve çaresizliği yenilmeden, herkes sevmek sevilmeye hazırdır; herkes yaşadığı sürece o koskoca bulutlardan özgürce, ağaca, toprağa ve sulara karışmak için can atar.
Meydanlar, fabrikalar, madenler, tarla ve doğal yaşam alanları ve üretim sahalarının tümü işgal edilmeden önce; kalabalıkların ve farklılıkların coşkusuyla, istekle, umutla ve yorgunluk duyulmadan hayatın üretildiği yerlerdi. Sonra her şey rânta, kâra, çıkar ve sermayeye dönüştü ve hayatın tüm hücrelerin başucuna acı, ölüm, yokluk, şiddet ve kör bir dövüş kondu.
Biliyoruz yine nefes alamaz bir durumdayız! İnsan, henüz doğasını kaybetmemişse; yüreği, ruhu ve merhameti hala varsa; hep birlikte yaşar, ortaklaşarak en ince ruhlardan yaşamı dokur, tüm evreni derinden hisseder. Hep birlikte dokunur eşit olana, özgür olana, adaletli olana ve engelsiz hayatın tüm sevindirici ritüellerini kucaktan kucağa büyütür.
Acı yaşanıyorsa dünyanın bir yerinde o acıyı hissetmeli. Hüzün, acı, elem ve korku hepimizin içinde şu an dumanlanıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun yaşam ve ölüm yalnız yürümez ama yaşatmaktan yana görevimiz var: Herkes saçlarını, şarkılarını, türkülerini umutlarını, ürettiklerini, sevgilerini yaşamdan yana savurmalı hayatın tüm giysilerini yaşam göre dikmeli. Ölüm yersize yakamızdan düşürmeli, türkülerimizi yaşamla yoğrulmalı!