Dünyaca Belirlenen Ölçüleri Aşmalıyız!
“Belli ki hayat kötü değil, kalıpları bize dar gelmekte.”
Ne kadar görmezden gelsek de öncemizden ve sonramızdan kurtulamayız. Her birimizin büyülendiği bir evveliyatı, ilerleyeceği ve yetişmeye çabaladığı bir yarını olacak. “Geçmiş, bugün ve gelecek birbirini üreten ve de ortaklaşan diyalogların ve etkileşmelerin birlikte var ettiği süreçlerdir.” Hiçbir çağ, hiçbir zamansal dilim, hiçbir yaşanmışlık kendi başına değildir. Nasıl ki tüm canlılar ve her varlık kâinatta birbiriyle varsa, her şeyin bir önceki bir de sonraki olacak.
Bu varoluş süreçlerin hiçbiri yadsınmadan, hiçbiri inkâr edilmeden, hiçbiri reddedilmeden mecburuz bütünlüklü gerçeği ile yaşamı filizlendirmeye. Bu çok da elimizde olan, kendi tasarımımızla oluşturduğumuz bir şey değildir. Yani hepimizin tarihselliğe, şu anı ve geleceği belirleyen yaratıcılıklara ihtiyacı olacak. Tıpkı karşıtı ile var olmak gibi.
Tarih, hep doğrulara yönelişimizin örnekleriyle doludur. Onun için tarihe şöyle bir göz atmadan hareketlenmek bize yarı yolda zorluk çıkarabilir. Anlamlı, değerli ve bizi derinliğe götüren yoldan hiç kurtulamayız. Bazen yolumuzu karıştırdığımız olsa da hayatın kendi gerçekliği kendimizi aldatmamıza karşı çıkar. Ya da bunun acı sonuçlarıyla karşılaşmamızdan tasarruf etmez.
Onun için önceden gerçekleşenler bizim dinamik beslenme kaynağımızdır, anlamlı uçlara bizi zorlayan “süregiden” hayatın doğal akışıdır. Var olanla yol alırken, onun yalınayak dolanan ve koyulukta kalan taraflarını görmezden gelemeyiz. Değişen, gelişen ve yeniden “tohumlarından üreyen” dünyada, kendimizi sadece geleceğe kodlamak ve kendimizi bunun devinimine salmak büyük yanılgı ve kocaman düşüşe itebilir.
Yüzyıllar önce bizim için büyütülen kentler, örülen kocaman binalar ve içine sığdırıldığımız daracık odalar insanları ve her şeyi alıp yuttu. Konuşacak, nefesini salacak meydanlar ve koşturulacak çayır çimenlikler; canlılığın buluşma alanları, kuşların cıvıltısıyla uyanan meydanlar; havadar ve gökyüzüne dokunan boşluklar elimizden uçup gitti. İnsanı her daim kontrol etmek, belli bir denetimde tutmak ve insanı devamlı çalışan ruhsuz bir makineye evirmek için esas bağlarımızla düşmanlaştık. Yalnızlaştırıldık, bencilleştirildik, kolayca yok eden, kendine tapan, ırkçı, kinci ve diğerine üstenci bakan zavallıya dönüştük. Kalbimizin atacağı, heyecandan ödlerimizin kopacağı, coşkuların güldür güldür geceye süzüleceği alanlar kalmayınca dünden bu günümüze ve bugünle yarınımıza bir şey kalmadı.
Çağın camdan ve plastikten hayatları, mimikleri ve de jestleri değmiyor birbirine. Yabancılaşma, nesneleşmiş ilişkiler kâbus gibi diz çöktürüyor ve biz bunu ilerleme olarak benimsiyoruz. Ve çok çok çelişkiler, paradokslar, sendromlar, halüsinasyonlar ile dolduruldu yapay toplumsallık. Oysa dışarda alev almaya hazır bekleyen bakir özlemler hareketlendikçe tüm yanılsamaları tersine çevirebilir. Dokunalı sevgi, sonsuz düş, kocaman özgürlükler ve solmayan sevinçler inadına bütün gücüyle varlığına cesaretle tutunuyor.
İlk İnsandan günümüze, insanlık acılara, zorluğa, kaosa, kırılganlığa, şiddete uğratılandır. İnsan, çatışmaya, sömürülmeye, keyfiliğe, haksızlığa adaletsizliğe mecbur edilendir. İnsan, kurgularla hayatı elinden alınandır. İnsanlığın varoluş değerleri tel tel fırtınalara saçılmaktadır. Bu tehlike her yerdedir, her an baş ucumuzdadır. Herkesin başına gelebilecek hazırlıktadır, hayatımıza her an çullanmak üzere hazır kıta bekleyişinde kararlıdır bu tehlike.
Kendimize belirlenen ölçülerini aşmalıyız. “Bu dünyaca süslenen” ölçülere sığmayız. Kendimizi fark etmek, kendimizi var etmekle tersine çevrilebilir tüm ikirciklikler. Dünyanın en büyük serüvenlerini, coşkusunu, dönüşümlerini ve bizi bilinenin ötesine taşıyan insanlığın duyarlılıklarını samimice içselleştirmek zorunluluktur. Bizden araklanan hakikate, hayatsal birliğe, renkli tüm varlıklara ve uzağın, yakının her kıyısında; yeryüzünün her karış toprağında ıslanan yanaklara kalbimizle dokunmalıyız.
İnsan kendisiyle yüzleşmeli. Kendine cesurca ve kararlılıkla yönelmeyi ve de kendini sorgulamayı becermeli. Gayet iyi biliyoruz, küresel çağda hiç kimse kendini dışarda tutamaz. Kendimizi boşa çıkarmaya gerek yok, artık uymuyor kalıplar bize. İnsan her an yeni güçle donanır; insan her yeni şafakta bir daha gençleşir; sabah uyandığında insan daha cesur sevgilerle, delinmez umutlarla yepyeni hayata kucak açabilir. Yeniden ayaklanan ümitli ruhlarımız, gerçekle yan yana geldikçe çoraklaşan yüreklere ve de körelmiş zihinlere bulutlar halinde tazeliğini salacaktır.
Susan her ses, ortak ses olup taşmalı: İnsanca kalanların cephesinde koşmalı, çoğalan ses en parlak ve en yaratıcı enerjisi ile fışkırmalı. Büyük kalabalıklar halinde, rengarenk ve çok sesli korodan yankılanan şarkılar yedi kıtaya süzülmeli. Eve, sokağa, mahalleye, okula ve ormana dağları aşan, dalgalarda uçan ve fırtınaya göğüs geren dayanışmanın ezgileri eşlik etmeli.
Kafese kısılan, içinde hiçbir ruh bırakılmayan; kalpsiz, vicdanı soğutulan hayatın bekçisi olmaktan usanç duymalıyız. Baskıların, öfkenin, kötülüğün, aşınmışlığın ve kayboluşların yaşandığı evrenin ortasında; yeryüzünün her karış toprağını seven, tüm sularıyla tatlanan ve her ağacını öpen, tüm acılarını yüreğinde gezdiren ve sevinçleri ortaklaştıran olmalıyız...
Yararlanılan Kaynaklar:
Katı Olan Her şey Buharlaşıyor (Marshall Berman)
Kötülüğün Şeffaflığı (Jean Baudrillard)