Sağlıklı Toplum Sağlıklı Gelecek!
İnsanlık yüzlerce, binlerce yıllık birikim ve deneyimlerle, ödediği bedellerle; ağır kaybediş ve düşmelere rağmen “haklar çağına” uzanmayı bildi. Ondandır ki, “insan haklarıyla insandır,” söylemi sembolleşmiş ve evrensel değer olması üzerinde uzlaşılmıştır. Bu çerçevede insanlaşma ve toplumsallaşma yolculuğu övgüye değer adımlarını çoğaltmakta. İnsan, haklarını bireysel ve toplumsal boyutuyla sürekli geliştirerek, olanın eksiklerini açığa çıkararak, tazecik akıllarla yeniden yeniden tanımlamaktadır. Bunları yasal ve kurumsal yapıya büründürme mecburiyetini kavrayan yerden ayrıca büyük efor, sabır, özveri ve kararlılık ortaya koymaktadır.
Biliyoruz ki haklar durduk yerde armağan edilmedi, haklar insan iradesiyle, haklı ve meşru zeminlerdeki tutkularla kazanılmıştır. Savaş, baskı, otokrasi, sömürge, sınıfsal ayrımcılıklara rağmen bireysel ve toplumsal hak temelli yaklaşım, istek ve dirençler(toplumsal tepkiler) karşılık buldu; hayatın ve politik planlamaların nefesi olarak “insan hakları ve belli hakların standartları” garanti altına alındı.
Yaşam hakkı, sağlık, eğitim, beslenme, barınma başta olmak üzere bir çok hakkın güvencesi kamusal niteliğe büründürüldü. Toplum, “hak temelli” bilinçlendikçe; “tüm paydaşların nitelikli katılımını sağlamak; hesap verebilirliği garantilemek; ve dezavantajlı gruplara ayrımcılık yapmamak,” gibi haklar da hem toplumsal hem de yasal düzeyde karşılık buldu. “Devletlere kendi vatandaşlarının sağlık hakkının geliştirilmesi ve ihlal edilmemesi sorumluluğu yüklenmiştir.”
Bu sorumluluğa göre: Devlet, “mahkûmlar, azınlıklar, farklılıklar, göçmenler, mülteciler de dâhil olmak üzere herkesin eşit sağlık hizmeti almasının önündeki engelleri engeller; cinsel sağlık eğitimi ve bilgisi de dâhil olmak üzere sağlıkla ilişkili doğru bilgilerin sansürlenmesi, elinde tutmak ya da yanlış yorumlamaktan kaçınılması için gereğini yapar.”
Anlaşılacağı üzere “Sağlık hakkı” öncelikle devlete ve uluslararası topluma görevler yüklerken, bizlere ve sağlık alanında gönüllü veya ücretli çalışanların önüne vazifeler koyan makul insani hakların başında bulunmaktadır.
1948'de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 25.maddesini hatırlayalım:
"1. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir,” diyerek en temel hak olan "yaşam hakkı" çerçevesinde SAĞLIK HAKKI'na yer vermiştir.
Ancak piyasacı sağlık anlayışı ve sağlıktaki özelleştirme ile beraber neoliberal politikaların sağlık alanında şuursuzca cilalanması ve göz boyar hale gelmesiyle; nitelikli, kamusal(parasız) ve kolay ulaşılabilir sağlık hakkımız fiili olarak mikro düzeye indirilmiştir. Oysa bedensel ve ruhsal olarak sağlık standartlarına sahip olma hepimizin hakkı ve bu uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır.
“Sağlıklı bir toplum ancak sağlıklı bireylerle mümkün olabilir.” Sağlıklı, dengeli ve güvenli bir toplum yaratma görevi ise sosyal devletin sorumluluğundadır. Devletler bunu aksattığında ise bunun gerçekleşmesini denetlemek uluslararası kurum, kuruluşların görevidir.
Peki, sağlık hakkı deyince bizler, sokak ne anlıyor? Bu soruya verilecek yanıtlara dair kısmen tahmin yürütebiliyoruz. Toplumun büyük çoğunluğu muhtemelen fizyolojik ve biyolojik tedavi imkânları olarak algılayacaktır. Yani şikâyetlerinizi dinleyecek hekime ulaşabilme, sağlık kuruluşlarından faydalanma veya istenilen ilaçları kolaylıkla temin edebilme biçiminde kavramaktayız.
Her ne kadar günümüzde bireylerin psikolojik, sosyolojik, kültürel ve benzeri ihtiyaçların bilinmesiyle sağlık hakkına dair yeni bilgi ve ufuklar açılsa da hala “hastalık ve tedavi ile sınırlanan sağlık hakkı” yargısı çok hâkim.
Burada göz ardı edilen önemli şeylerden biri ise “koruyucu sağlık hizmetleridir.” Sağlıklı gelişim, sağlık haklarının varlığı ve sağlık güvenceleri esas olarak koruyucu sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine bağlıdır. Bu kısaca hastalık öncesi alınan tedbirler, ya da hastalık tanılarının çok erken tespit edilerek, hastalığın ileri seviyeye ulaşmadan tedavi yöntemlerin geliştirilmesini kapsıyor.
İnsana, canlılara, doğa ve doğal varlıklara dair hak anlayışı durmaksızın değişip yeni yönleriyle hedeflenmeli. İşte doğanın, doğal varlıkların, tarihsel değerlerin, kültürel enerjilerin insan zihninde yarattığı yükseliş kendimizi var etme arzusundan yansımaktadır.
Tüm bu verilerin rasyonelliği ışığında sağlık hakkı anlayışımıza doğallaştırmalıyız. Sağlıklı olmak demek, esas olarak renkli ormana, temiz sulara, kirlenmemiş havaya, gösterişli yapraklara, kendi doğasını koruyan sessizliğe ve üretken bir sükûnete olan ihtiyacı tanımlamaktadır. Ormana, ağaca, zeytine, kurda, kuşa, suya ve toprağa, yıldızları kucaklayan gökyüzüne dair duyarlıkları samimiyetle yüceltmek en büyük sağlık hakkımız değil mi?
Kaynakça;
TTB verileri
SES (Sağlık ve Sosyal Emekçileri Sendikası) verileri
Dergipark Makaleleri
Saglik hakki.org( Makaleler)