Her Engelde Büyük Duyarlıklar Dirilir!

YAYINLAMA: 07 Ağustos 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 06 Ağustos 2024 / 13.07

Hayat içinde felaket hazırlıkları yapmaya gerek yok. Diğer taraftan kimseye geceyi çıkarabileceğimize de söz vermemeliyiz. Birçok yıkımdan bihaber ve facialara mesafeli kalarak düşler kurarız. Koca imparatorlukların bir saniyede yok oluşuna defalarca tanık olmuş insanlık; her şeyi hesaplayarak, en ince ayrıntıyı planlayarak ve bireysel korunma önlemleriyle dünyayı avucunda tutacağını ummakta. Başımıza gelen hayret verici her etkiyi kural ya da kuralsızlıkla veya ahlaki normlarla açıklayamayız. Kaygıları tamamen sıfırlamanın henüz formülü üretilmedi, üretildiyse bile çoğunluğumuz henüz buna ulaşamadı.

Yaşam hukukumuz sadece bugünle, dünle sınırlı değildir; çok öncelerin, hatta belki de hiç bilmediklerimizin izini, çağrışımlarını ve düşünce mührünü taşır. Her bin yıl, en yakın yüzyıl, içinde barındığımız çeyrek asırlar doğal gelişim süreçlerinin sadece birer parçalarını ifade eder. Birçok düşünür, düşüncenin gelişimi, ifadenin gelişimi, hakların gelişimi, doğal hakların kavranması ve bunlarla birlikte “gelenekselleşen karşıtlıklar ve uyumların” insanlığın ortak bir vatana veya evrensel bir topluluğa ait olduğu fikriyatına atıfta bulunur.

Mesela Eski Ahit’te yer alan insancılıkla ifadelere göre, “Hiçbir insanın diğer insana üstünlük ile yaklaşmaması ve bir tek canlıyı bile yok eden birinin tüm insanlığı yok etmiş sayılacağı;” dolayısıyla “eşitlik öğretisi ve yaşatma sorumluluğunun” en eski insanlık buyruğu ve arzusu olduğu gerçeği ile rastlaşıyoruz. “Ama yeni bir insancılık geliştirmediğimiz sürece dünyanın felsefi olarak da değerler birikimi ve ‘ahlaki’ olarak eksik kalmaması mümkün olmayacaktır.” “İnsancılık” anlayışı, insanı merkez bilen ve insanın üstünlüğüne has yaşam fikriyatının reddine dayanmalıdır. Fromm’a göre de “her birey tüm insanlığın taşıyıcısı ve insanın görevi kendisinin içinde insanlığı açıp geliştirmektir.”

Doğru davranmayı ilke edindiğimiz halde kötülük ve yozluğa maruz kaldığımızda zihnimiz allak bulak olmakta. Elbette ki insan toplumsallaştıkça, toplumsal alanlar genişledikçe insanın varoluşsal eğilimleri ile ait olduğu toplumun çelişmelerinin makası genişler, böylelikle empatik öz karşıtı antipatik karakter ürer. Bu ikili gelişim aydın, bilge, filozof, düşünür ve dünyayı kendine dert eden duyarlı kimliklerin sorgu kadrajına hep girmiştir. Mesela Freud ve Rousseau da “toplumun istekleri ile insanın içindeki çarpışma veya uzlaşmazlığa çok fazla anlam ve dikkat çekiyordu.”

Toplum dediğimizde sadece bireylerin oluşturduğu kitle olarak anlaşılması ufkumuzu yoksullaştırır, duyarlılığımızı sınırlar. Çağımızdaki toplum, başkaca ve de çokça unsur ile boylanmaktadır; mesela sermayeyi, egemeni, erki, ayrımsal normları, dinsel kimlikleri, sömürüyü, milliyetçiliği, siyasal iktidarları, mikro düzeydeki hiyerarşiyi bunlara örnek verebiliriz. Yani bizim dışımızda gelişen tüm etkiler toplumu, dolayısıyla bireyi cansızlaştırıyor ve kendi doğasından söküp atıyor; yerine kendi yapılarını koyuyor. Unutmayalım ki, “cennet bahçesinden Adem ve Hava ile birlikte tüm insanlık kovuldu…”

Alain De Botton’un cümleleri ile içimizden geçeni tanımlarsak: “Tabii, karşımıza çıkan bütün engelleri öylece kabullenmiş olsaydık, insanlık bugün çok daha az başarı elde etmiş olurdu.” Bizler direksiyonu çevrilen yöne göre istikamet alan nesneler olamayız. Sakinlik, sabır, akıl ve bilgelikle değiştirilebilecek olanı ve kesin değişmeyecek olanı kabullenerek insancılığın yönüne akmaya direnmeliyiz. Goethe’ye göre de “insan yalnızca kendi bireyselliği ile kalmıyor, insanlığın bütün potansiyelini içinde buluşturuyor ve kendinde taşıyor…” Ona göre, “yaşamın ereği, bireysellik yoluyla evrenselliği gerçekleştirmektir.”

Schopenhauer ise, “kişiliğimizi mümkün oldukça yararlı biçimde kullanabilmemizi en büyük güç olarak tanımlar. Ve kötülükten kaçmamızın, uygun eğitimi almamızın, en faydalı uğraşları ve yaşam biçimini tercih etmemizin mutlu bir dünya için gereğini anımsatır.” Schopenhauer, “insanın ne olduğunun,” nelere sahip olduğundan çok daha önem arz ettiğini vurgularken; zihinleri boş, görüşleri dar kalan bireylerin dünyayı aydınlığa ve büyük zevklere kapattığını bilir. Diğer taraftan Schopenhauer’in “her engelde ve rahatsızlıkta daha büyük duyarlılıkların ortaya çıktığı” düşüncesi umudu ve motivasyonu diri tutmamıza kaynaklık ediyor.

Jean Baurillard: “Hayatta kalmak için kendi kazalarına karşı kendi fren sistemlerini düzenleyen ve üreten sistemlerin dengede kalabildikleri” sosyolojik bilgisini paylaşır. “Her şeyin ikircikli ve tersine çevrilebilir halde olduğunu” ve böyle mevcut tıkayıcı, tek yanlı değer sistemi yerine; çoğulcu, estetik, öz doğrucu, kolektifi özümseyen ve iyiliğin gücü ile var olan insan halkaları dünyayı çerçevelemelidir.

Her şey insanın aklının bir anda kavramayacağı kadar karmaşık ilerliyorsa, hayatı ihmal etmeden ve şu anı horlamadan bir sonraki zamana önemli mesajlar bırakabiliriz.

Normal-anormal kutupsal ayrımın üstüne çıkıp benliğimizin kökenini oluşturan başlangıçlara açık olmalıyız. Yetersizlik yenilgisinden sıyrılıp çok şeyi bilmediğimiz hakikati ile barışık olmalıyız. Bu eleştiri ile doğruların dışındaki eksikleri, zayıflıkları sezerek yaratıcılığı açığa çıkarmalıyız. Böylelikle “yeni bir şey söyleme” farkındalığımız isteklenir.

 

Kaynaklar ve alıntılamalar:

Felsefenin Tesellisi (Alain De Botton)

Kötülüğün Şefaflığı (Jean Baudrillard)

 İnsan Olmak Üzerine (E.Fromm)

Hayatın Bilgeliği (A. Schopenhauer)

Her Engelde Büyük Duyarlıklar Dirilir!
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *