ANASAYFA arrow right Röportaj

Rant odaklı yapılar, kentin çevresel niteliğini zedeledi

Rant odaklı yapılar, kentin çevresel niteliğini zedeledi
YAYINLAMA: 17 Nisan 2020 / 21.30
GÜNCELLEME: 17 Nisan 2020 / 21.30
Hızla büyüyen ve gelişen Gaziantep’te en önemli sorunlardan birisi çarpık kentleşme
Hızla büyüyen ve gelişen Gaziantep’te en önemli sorunlardan birisi çarpık kentleşme.Konuyla ilgili görüştüğümüz Mimarlar Odası Başkanı Hasan Özgür Girişken, “İmar tadilatlarında çok büyük rantlar döndüğünü, yerel idarelerin ve devlet kuruluşlarının uzun süre emlak ofisi gibi çalıştıklarını söyledi.

Girişken, “Değişen ve gelişen şartlar imar tadilatlarını zorunlu kılsa da, son yıllarda yapılan imar tadilatlarının çok büyük bölümü toplumsal ve teknik gerekçelerle değil, rant yaratma amacıyla gerçekleştirildi. Yıllarca yaptığımız uyarılar aslında bugünlerde etkisini göstermeye başladı. Rant odaklı yapılan planlar kentin çevresel niteliğini ciddi şekilde zedeledi ve ihaleye çıkarılan arsaların da, mantar gibi çoğalan konutların da satışları giderek zorlaşmaya başladı” dedi.

Sabah-Bazıları çok yüksek binaları gelişmiş bir kent göstergesi zannediyor. Oysa batıda kentler hep yatay genişliyor, dikey değil. Neden Türkiye’de böyle bir cehalet var? Sanki Dubai gibi dik binalar çoğalırsa gelişmiş bir kent mi olacağız?

Girişken-Yüksek yapılar, belli noktalarda ve belli koşullar altında kaçınılmaz. Biz mimarlar olarak yüksek yapılara karşı değiliz. Yüksek yapıların doğru yerde, doğru şekilde, doğru bir kurguyla yapılması gerekiyor. Aslında Avrupa’nın genelinde çok az yüksek yapı var. Örneğin Paris’teki La Defense bölgesi, yüksek yapılardan oluşan, bizdeki Maslak’a benzeyen bir bölge. Tarihi kent merkezinden tamamen ayrılmış, çok güçlü taşıma ulaşım koşullarıyla arındırılmış bir iç bölge olarak tasarlandı ve Paris kent yapısını zedelemeyen bir yapıya sahip. Dubai dediğiniz yer 30-40 yıllık bir mazisi olan, aslında var olmayan suni, hayali, bugün var, yarın yok gibi bir merkez. Dolayısıyla orada çölün ortasında yükselen bir uygarlığın göstergesi gibi Birleşik Arap Emirliklerin bir parçası. Biz kadim bir kültürü temsil ediyoruz, sorumsuzca ve yer belirlemesi yapılmadan kentin hava akımlarını, trafik yoğunluğunu düşünmeden, gözetmeden yapılan yüksek yapılar elbette karşı çıktığımız bir olay. 25-30 katlı yüksek binalar yapılırken, en yüksek bina 46 katlı ICONOVA herhalde. Fakat bunların ne kadarı yüksek katlı binaların taşıması gereken özelliklere sahip. İşin iki boyutu var. Bir: kentin silueti, hava akımlarına etkisi ve trafik yoğunluğu, diğer taraftan da kendi güvenlikleri. Mesela bunların kaçında yangın söndürme sistemleri yapıldı veya kaçında yangın kaçışları var. Bir elektrik kesintisinde asansörleri 25’inci kattan zemin kata taşıyabilecek bir jeneratör sistemi var mı? Bunların doğru bir şekilde denetlenip, denetlenmediği bizim için gerçekten bir soru işareti. Gerçekten yüksek yapının gerektirdiği koşullar sağlandı mı? Ben bunların birçoğunda soru işaretlerinin olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla tüm bunları yan yana getirdiğiniz de Gaziantep’te yüksek yapı yapılacaksa bile doğru bir bölgede şehrin hava akımını, siluetini etkilemeyecek ve ihtiyaç duyulan bir alanda yapılmalı.

Sabah-Bu tür yüksek yapılaşmaların önüne nasıl geçilecek?
Girişken-Bu zor bir soru. Çünkü yüksek yapıyı getiren, çok yüksek nüfus artış hızıdır. Gaziantep’te nüfus artışımız çok hızlı bir şekilde ilerliyor ve Türkiye’nin iki katı hızla büyüyoruz. Böyle olunca da yeni yerlerin imara açılma konusu gündeme geliyor. Fakat yeni yerlerin imara açılması, yeni yollar, yeni alt yapı yatırımları ve tarımsal alanların katledilmesi gibi sorunları da beraberinde getirecek. Mecburen, belediyeler çareyi yüksek yapıları kent merkezine getirmekle buluyorlar. Bu kadar çok yapılaşmanın önüne geçmek için nüfus artış hızını azaltacak önlemler alınması ve stratejiler geliştirilmesi gerekiyor. Ama ne yazık ki bizim ne yerel idarelerimiz, ne de merkezi hükümetimiz nüfus artışını nasıl yavaşlatabileceğimizi, daha doğrusu nasıl daha dengeli bir şekilde nüfus artışı sağlanabileceği konusunda konuşmuyor, hiç böyle bir strateji geliştirilmiyor. Dolayısıyla eğer gidişat bu olacaksa, fazla yüksek yapı görmek durumunda kalacağız gibi duruyor ne yazık ki.
Sabah-Karmen Peyzaj’ın yerine yeni binalar yükseliyor, çevresi 5 katlı bu binalar 15 kata doğru çıkıyor. Bunun günahı kimin? Rant uğruna kentleri katletmeye nasıl vicdanları elveriyor insanların?

Girişken-İnanıyorum ki orası bu şekilde imarlaştırıldıktan ve blok yükselmeye başladıktan sonra belediyenin de bu işten içtenlikle pişmanlık duyduğundan eminim. Zamanında gerekli ikazlar, uyarılar ve konuşmalar kamuoyunda yapıldı. Ancak nasıl bir şey ortaya çıktığını görmek için yapının yükselmesini beklemek gerekti. İnsanlar orada nasıl şeyler kaybettiklerini şimdi daha iyi anlıyorlar. Orası esasen spor tesisiydi. Mülk sahibinin de yıllarca süren davasına rağmen mahkeme oranın ada olduğunu yapılaşmaya açılabileceğini ve yüksekliğin serbest bırakılabileceğine kanaat getirdi. Bu yanlıştan belediyelerimizin de dersler çıkardığını, halkında bu tür ikazlarda kendine ait kutsal alanlara daha fazla sahip çıkması gerektiğini gördüğünü umut ediyoruz. Çünkü halk tepkisine rağmen bir kentte ve bu ülkede hiçbir şey yapılamaz. Eğer halk kendi kamusal alanlarına sahip çıkarsa, belediyeler halkın görüş ve isteklerine rağmen böyle şeyler yapamazlar. Bundan sonra şehir bütünlüğüne aykırı, kamu vicdanına zarar veren yapılar görmeyiz.

Sabah-Metro’nun arkasına da yüksek katlı binaların dikileceği söyleniyor, bildiğimiz kadarıyla orası imar planında kamusal alan, afet toplanma merkezi olarak geçiyor. Sizde buna itiraz edip mahkemeye dava açmıştınız. Davanın sonucu ne oldu? Hala oraya bina yapılma fikri var mı?
Girişken-Maalesef var. Burada birden fazla dava devam ediyor, Nesrin hanım’ın açtığı dava da önceki hafta bir bilirkişi incelenmesi yapıldı. Eminiz ve inanıyoruz ki bilirkişi raporunda buradaki imar değişikliğine karşı bir karar çıkacağını ve mahkemenin de yürütmeyi durdurma kararını vereceğini düşünüyoruz. Şu anda Metro’nun bir bölümünün daha imara açılmasını ön gören bir plan tadilatı var. Biz ona da itiraz edeceğiz. Ne yazık ki belediye buradan geri adım atmıyor, arsa satış ihaleleri tüm hızıyla devam ediyor. İnşaat anlaşmaları son derece yüksek fiyattan kat karşılığı müteahhitler tarafından arsa sahiplerine yapılıyor. Mahkeme sürecine rağmen bu faaliyetlerin devam etmesi üzücü bir durum. Ancak mahkemenin lehimize sonuçlanacağına inanmıyoruz, sadece eminiz. Yakın zamanda gelişmelerden de kamuoyunu bilgilendireceğiz.

Sabah-Neden kamusal alanlar imara açılıyor?
Girişken-Az önce söylediğimiz gibi, ne yazık ki Türkiye genelinde belediyeler emlakçılık yapmaya başladılar. Halka ve kamuya ait şehir merkezindeki alanları imara açmak halka ait yerlerin özel kullanıma yöneltilmesi gibi bir politika izlendi. Geriye yavaş yavaş bir enkaz kalmaya başladı. Halkın kullanabileceği müşterek ve kamusal alanlar giderek azalıyor. Ancak kısa vadede kar getiren bu kararların orta vadede kent kalitesini düşüreceğini ve aslında emlak değerlerini, inşaat faaliyetlerini de zedeleyeceğini çok defa gördük. Bu konuda elimizden geleni yapmaya devam ediyoruz. Dediğim gibi iş toplumun kendilerine ait olan yerlere sahip çıkmasından geçiyor ve bunun bir başka yolu yok. Halkı bir kez daha kamusal alanlarına sahip çıkmaya davet ediyoruz. Çünkü bunların geri dönüşü yok ve burada birkaç yıl sonra son derece niteliksiz yapılar ortaya çıkacak. Karmen peyzajın yerine yapılan bloklar gibi bütün şehri kaplamış vaziyette yanlış yapılaşma süreci devam ediyor.

Sabah-Yeni stadyum yapıldı, eskisi haliyle yıkılacak. Sizce orası nasıl değerlendirilmeli? Oraya neler yapılabilir?
Girişken-Kamil Ocak Stadyumu’nun neden yıkılmak zorunda olduğunu kimse bilmiyor. Kamil Ocak Stadyumu yıkılmak zorunda değil. Biz bu kadar önemli bir kamusal alanda geniş tabanlı bir tartışma ortamı açılması gerektiğini düşünüyoruz. Ne yazık ki TOKİ, yapısı itibariyle doğru olan bu yöntemi izlemek yerine, aniden bir planı duyurmak şeklinde bir yol izliyor. Ve ardından bizler planlama sürecinde dahil olmadığımız bir kararı tartışarak engel olmaya çalışıyoruz. Mimarlar Odası’nın Kamil Ocak Stadı’nın bulunduğu alanla ilgili iki vazgeçilmez kriteri bulunuyor. Öncelikle ve kesinlikle burada kamusal kimlik zedelenmemeli, tamamen halka ait bir alan olmaya devam etmeli. İkincisi, Kamil Ocak isminin burada yaşatılmaya devam edilmesi. TOKİ’nin ve yerel idarelerin burada izlemesi gereken yöntem; kent belleğinde çok önemli bir yere sahip olan Kamil Ocak Stadı’nın yerinin nasıl değerlendirileceğini kapalı kapılar arkasında tasarlamak yerine, geniş katılımlı bir süreç yürütmek, ilkesel mutabakat sağlamak ve bu ilkeler ışığında düzenlenecek ulusal çapta bir yarışmayla alanın son durumunu belirlemek olmalı.
Sabah-Gaziantep’te imar tadilatlarında çok büyük rantlar dönüyor algısı hâkim doğru mu?
Girişken-Kesinlikle çok doğru. Ne yazık ki Türkiye genelinde yerel idareler ve devlet kuruluşları uzun bir süre boyunca emlak ofisi gibi çalıştı ve bu durum rant amaçlı imar tadilatlarını beraberinde getirdi. Değişen ve gelişen şartlar imar tadilatlarını zorunlu kılsa da, son yıllarda yapılan imar tadilatlarının çok büyük bölümü toplumsal ve teknik gerekçelerle değil, rant yaratma amacıyla gerçekleştirildi. Yıllarca yaptığımız uyarılar aslında bugünlerde etkisini göstermeye başladı. Rant odaklı yapılan bu planlar kentin çevresel niteliğini ciddi şekilde zedeledi ve ihaleye çıkarılan arsaların da, mantar gibi çoğalan konutların da satışları giderek zorlaşmaya başladı. Kısa vadeli rant uğruna nitelikli kentsel çevre feda edildi. Nitelikli kentsel çevrenin kurban edilmesi orta ve uzun vadede değer kaybını kaçınılmaz kılmakta. Şu anda yaşanan zorluklar bu sürecin bir yansıması.
Sabah-Belediye başkanları ile mimarlar odası uyum için de çalışıyor mu?
Girişken-Şunun altını çizmek gerekli: Mimarlar Odası kamu faydasını gözeten; temsil ettiği mimarların elverişli çalışma koşullarına sahip olmasının uygar toplumsal hayatın ve sağlık çevrelerinin oluşmasına bağlı olduğunun bilincinde olan bir meslek örgütüdür. Teorik olarak yerel idarelerle aynı tarafta, benzer idealler için çalışıyoruz. Ancak zaman zaman yöntem farklılıkları dolayısıyla fikir ayrılıkları ve tartışmalar yaşayabiliyoruz. Ancak Gaziantep’te özel olan bir durum var. Belediye başkanlarının bu fikir ayrılıklarını kişiselleştirmemesi, meslek örgütlerinin kurumsal yapısına saygı duyması ve işbirliğine sürekli açık olmaları gerçekten büyük bir şans. Sorunuza dönecek olursak, her zaman uyum içerisinde çalışamasak da buna elverişli bir atmosfer olması ve kurumsal saygınlığın sürdürülmesi geleceğe dair umut verici bir tablo oluşturuyor.

Sabah-Gaziantep’te kentin ihtiyacını karşılayacak kadar mimar var mı?
Girişken-Belirtmek isterim ki, bu cevaplanması çok zor bir soru. Doğan Hasol’a göre beş büyük Avrupa ülkesinde –Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya’da- toplam 90 kadar mimarlık okulu varken, yalnızca Türkiye’de geldiğimiz noktada 130’un üzerinde mimarlık bölümü açıldı. Son yıllarda üye sayısındaki artış hızımız kontrol edilemez ölçüde arttı. Bu elbette ilk bakışta kaygı verici bir gelişme. Ancak diğer yandan Almanya ve Japonya gibi kalkınmış ülkelerde nüfusa göre mimar sayısının Türkiye’ye göre iki kattan daha fazla olduğu görülüyor. Elbette bu ülkelerde mimarlar bize göre daha iyi bir eğitim alıyor ve bunun yanında genel olarak daha iyi koşullarda yaşıyor ve çalışıyor. Peki, Türkiye’de mimar sayısındaki hızlı artışa rağmen nitelikli bir mimari üretim gerçekleştirilebilir mi? Kesinlikle evet. Türkiye’de son on yılda gerçekleşen hızlı kentleşme, ve beraberinde gelişen inşaat faaliyetleri ne yazık ki rant ve hızlı imalat odaklı bir süreçti. Bu sürecin içerisinde nitelikli planlama, mimarlık ve mühendislik hizmetleri yer almadı. Birbirini tekrar eden, yeterince düşünülmemiş ve emek verilmemiş yüz binlerce konut üretildi. Dolayısıyla mimarlardan, mühendislerden ve diğer uzmanlardan yeterince faydalanılmadı. Şu anda bu durumun sancılarını yaşıyoruz. Mimarlar, mühendisler ve teknik personel iş bulmakta da, mesleğini sürdürmekte de zorluklar yaşıyor. Ancak çok açık ki, bu süreç bu şekilde devam edemez.

Sabah-Mimarlar olarak kentte gördüğünüz yanlış işler nelerdir?
Girişken-Kentte şu an yaşadığımız sorunların temelinde yerel değil, ulusal ve uluslararası konjonktürden kaynaklı hadiseler var. Savaş, terör ve güvenlik endişesi bizi ilgilendiren tüm konuları etkileyen başlıca etmen. Bu konular belirli bir çözüme ulaşmadan, güven algısı yeniden tesis edilmeden konuştuğumuz birçok şey anlamını yitiriyor. Bizim çalışma alanlarımıza gelecek olursak, kentin stratejik yönetiminde toplumsal ve çevresel faktörlerin yerine rant ilişkilerinin öncelik kazanması başlıca yanlışlık. Örneğin yeni 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda il nüfusunun 2040’da 4 milyon 500 bin olması öngörülüyor ve tüm planlar bu nüfus projeksiyonuna göre yapılıyor. Üstelik bu rakama Suriyeli göçmenler de dâhil değil. Plan raporu incelendiğinde sanki yerel idare bu nüfus büyüklüğüne ulaşmamızı istiyormuş gibi bir izlenim oluşuyor. Hâlbuki bilinmelidir ki 25 yıl içerisinde böyle bir nüfus büyüklüğüne ulaşmamız tam bir felaket anlamına gelir ve hiçbir planla, hiçbir yönetimle böyle bir artış yönetilemez. “Nüfus 4 milyon 500 bin’e ulaşacak, imarlı alanları genişletelim” demek yerine nüfus artış hızını nasıl azaltabileceğimizi tartışmamız gerekirdi, ancak bu yönde bir adım kesinlikle görünmüyor. 21. Yüzyılda yerel yönetimlerin katılımcı, şeffaf ve bilimsel esaslı bir yönetim süreci takip etmesini bekliyoruz. Hala bu anlayışın hayli uzağındayız ve tüm çabamız, beklentimiz bu yönde adımların atılması yönünde. Hüseyin Karataş
Yorumlar
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *