Vatandaşın ölmek için dua ettiği bir ülke

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Van’da hava sıcaklığı -15 dereceye kadar düşüyor.

400 civarında çocuğun zatürree olduğu söyleniyor.

Ercişli bir depremzede, Taraf Gazetesi’nin muhabirine “Bu soğuklar kahrediyor. Çadırda kalıyoruz ama, her gece çocuklarımla ölmek için dua ediyoruz” diyor.

Vatandaşın, her gece ölmek için dua ettiği bir ülkede, devlettin her kurumu ile kendi kendinden utanıp, yerin dibine girmesi lazım. Ama hepsi tepeden tırnağa pek pişkinler!

Ortada ne utanan, ne sıkılan, ne de gereğini yapan var.

                                                                                          ***

Van depremi, Türkiye’deki hiçbir kurumun doğal bir afete hazır olmadığını ortaya koydu.

Devlet tam anlamıyla çuvalladı.

Herşeyi ağzına gözüne bulaştırdı, vatandaş dondurucu soğukta kaderiyle baş başa bırakıldı.

Erciş’te 35 bin binaya karşılık, 15 bin çadır dağıtılmış.

İnsanlar çoluk çocuklarıyla gecenin dondurucu soğuğunda ölmek için dua ediyor olduktan sonra Başbakan Erdoğan’ın deprem bölgesine iki kere gitmesinin ne anlamı var?

Vatandaş, boy endam görmek değil, çözüm, çare bekliyor.

                                                                                         ***

Geçenlerde bir arkadaşımız, “Şu anda tanrı korusun bir deprem de İstanbul’da olsa ne yaparız acaba” diye sordu.

Sorusu bile tüyler ürperticiydi.

Zira devletin elinde gönderecek bir tane bile çadır yok, gerisini siz düşünün.

Geçenlerde televizyonda biri açıklıyordu. Meğer, Marmara Depremi’nin yaz aylarına, hava koşullarının sokakta yaşamaya müsait olduğu bir döneme rastlaması daha büyük felaketleri önlemiş.

Zaten Van depreminin ardından yaşananlar da bunu teyid etmiyor mu?

                                                                                            ***

Bir milyon 50 bin civarında nüfusu olan Van’da şimdiye kadar 350 bin kişi şehri terketmiş.

Kent nüfusunun üçte birinin yaşadığı kenti terketmesi, yalnızca deprem korkusu değil, aynı zamanda devletten umudunu kestiğinin de bir göstergesidir.

Geçenlerde, bir mail yollamışlardı,    Japonya ile aramızdaki fark” diye.

Geçtiğimiz yaz başında Japonya’da meydan gelen, kentlerde ne varsa önüne sürükleyip giden tsunaminin görüntüleri ve aynı mekanların şu anki görüntüleri vardı mailde.

O tüyler ürpertici felaket alanlarının bu kadar kısa zamanda nasıl temizlenip de yeniden yaşanılabilir alanlar haline getirildiğine şaşırıp kalıyorsunuz.

İşte devlet böyle olur diyorsunuz.

Ve kimse Japonya’yı terketmiyor.

                                                                                               ***

Anadolu topraklarının çok büyük bir kesiti deprem kuşağında yer alıyor.

Yani bugün Van, yarın neresi belli değil!

Belli olan tek şey varsa o da böyle bir ülkede yaşarken, başınıza gelebilecek herhangi bir felaket konusunda anında yardımınıza koşup, yaranızı saracak büyüklükte bir devletinizin olmadığı.

Zaten, devletin kadına tecavüz ve şiddete, çocuğa taciz ve tecavüze bakış açısındaki ve uygulamalarındaki çarpıklık ve acımasızlığın ruhumuzda ve vicdanımızda açtığı derin yaralar depremin fay hatlarından geri kalır düzeyde mi?

Bir ülkede insanlar başlarına gelen herhangi bir felakette, eğer devletin şefkatli kolları yerine “ölmek için” tanrıya sığınıyorsa, orada en büyük depremlerin yaratacağı hasardan daha büyük bir felaket var demektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Vatandaşın ölmek için dua ettiği bir ülke