ANASAYFA arrow right Güncel

Sivas katliamı 32 yıldan beri adalet bekliyor

Sivas katliamı 32 yıldan beri adalet bekliyor
YAYINLAMA: 28 Haziran 2025 / 15.11
GÜNCELLEME: 28 Haziran 2025 / 15.11

32 yıldır adalet bekleyen Sivas Katliamı ailelerinin bir kısmı adaleti görmeden bu hayattan göçtüler... Davanın üç-beş sanığı da bu sene başında Cumhurbaşkanı kararıyla salıverildi... Şimdi bunun hesabını kim verecek?

Bu cümleyi bir yerlerde okuduğumdan beri epeydir üzerinde düşünüyorum. Gerçekten “Unutmadık, unutturmayacağız” derken neyi kastederiz?

Hatırladıklarımızı mı anlatırız, yoksa intikam duygusuyla mı hareket edip hep hınçlanırız?

Ya da her şey birbirinin içinde akışkan mıdır? Bazen öfke ve intikam, bazen çaresizlik içerisinde, bazen de sessizce bir hüzünle hatırlamak gibi.

2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı’nın yıl dönümü yaklaşıyor.

32 yıl önce katledilen 33 canı bu günlerde yeniden hatırlamaya başladık.

O katliamdaki çocukların yaşlanmadığı, gençlerin sevdalarına kavuşamadığı, yaşı büyüklerin torunlarını sevemediği hatıralarına…

Zorla bir güruh tarafından yakılarak, dumanlar içerisinde bir otelde sıkışarak olan canlar.

Binlerce gerici, örgütlü insanın bir araya geldiği, o zamanki iktidarın hiçbir önlem almadığı; herkesin televizyonda 8 saat boyunca canlı izlediği bir pogrom.

Bir katliam!

Şunu hep görüyorum: Her toplumda, her ülkede derin devlet ve onların iktidarları tarafından yapılan katliamlar yüzlerce yıldır var ve hâlâ günümüzde de devam ediyor.

Güya insanlık bu kadar yol almışken hâlâ topluluklar, ya etnik kökenleri sebebiyle, ya inançları sebebiyle, ya da düşünceleri sebebiyle katlediliyor.

Şu an Suriye’de katledilen Aleviler, Filistin’de uygulanan soykırım, İran’da insanların her an evlerine bomba düşeceği korkusuyla geçirdikleri dakikalar...

Sonra birileri çıkıp diyor ki: Evlerinizi boşaltın, güvenli yerlere geçin.

Hayatını daim ettirdiğin anda hayatının tam ortasına bombalar düşüyor, bir bomba atarak işini, gücünü, aşını bırakıp göç edin diyor kana susamış iktidarlar ve onların palyaçoları.

Binlerce yıllardır insanlar Filistin’de hayatını kaybetti, evlerinden zorla göç ettirildi, hayatta kalanların çoğu kamplarda yoksulluk içinde yaşıyorlar. Şimdi ise İsrail'in soykırımını tüm dünya nasıl Sivas katliamının izlediyse öyle izliyor…

Şimdi tüm bunlar olup biterken, hepimiz sosyal medya aracılığıyla anında tüm bilgilere ulaşırken neden olup bitenle kimse ilgilenmiyor?

Azınlık durumunda olan ve dünyadaki bu haksızlıklara ses çıkaran kişiler, sivil toplum kuruluşları, insan hakları kurumları ise nereye, nasıl yetişeceklerini bilmiyorlar.

Çünkü her sabah gözümüzü yeni bir savaşa, katliama, cinayete açıyoruz.

Bu da hepimizin hem kişisel olarak hem de toplumsal olarak direnme gücümüzü kırıyor.

Bir noktadan sonra yıldırıyor ve çoğu şeyle ilgilenmez hâle geliyoruz.

İlgilenenler de sadece kendilerine değen, kendilerini ilgilendiren konularda ses çıkarıyor.

Tabii eğer ses çıkarma bilinçleri, istekleri ve örgütlenmeleri varsa.

Mesele aslında, yapılan tüm dayanışma, protesto ve yürüyüşlerin örgütsüz, herhangi bir öncülüğü olmadığı için başarıya ulaşamaması.

Dağınık, siyasi bilinci olmayan, bu nedenle enternasyonal bir düzeye ulaşamayan çabalar.

Bunun için belki de 68 kuşağına bakmak lazım.

Evet, zaman değişti, mücadele biçimleri de farklılaştı.

Ama o zamandan bu zamana, sistem tarafından daha bireyselleşen, parçalanan ve bölünen toplumlara dönüştük.

Sadece kendi derdi ve kişisel geçimini sağlayan; dünyada olanlara gözünü, kulağını kapatan bir insanlar topluluğu mu oluyoruz?

“Sen yaparsın, sen edersin, kendine bak, kendi iç huzurunu bul. Şuraya tatile git, en güzel kıyafetler ve restoranlar burada…”

Geçenlerde Instagram’da bir paylaşım gördüm:

Küçük bir kız çocuğu, Gazze’de, hayatta – en azından şimdilik – ve kampta yaşıyor.

Elinde ayna tutuyor, kaygı, korku ve yaşadığı travmalardan dolayı saçları beyazlamış.

Ve şu cümleler dökülüyor ağzından:

“Eskiden çok güzeldim.” diyor.

Kimi çocuk ise bedensel sakatlandı; sakatlanmayanlar ise büyük bir travma, korku ve kendilerine yapılan adaletsizliğe karşı ömürlerinin sonuna kadar acı ve ağrı içinde yaşayacaklar.

Şimdi bu çocukların, annelerin yaşadıklarının hesabını kim verecek?

Neden insan canı bu kadar ucuz?

32 yıldır adalet bekleyen Sivas Katliamı ailelerinin bir kısmı adaleti görmeden bu hayattan göçtüler.

Acı içinde, onurları ve saygıları zedelenerek, yoksulluk içinde yitirdiklerinin acısıyla baş başa kaldılar.

Çoğumuz onları her yılki anmadan anmaya hatırladık.

Ki bu çoğunluk, aslında çoğunluk içindeki azınlık olarak devam etti.

Davanın üç-beş sanığı da bu sene başında Cumhurbaşkanı kararıyla salıverildi.

Ortada ne suçlu kaldı ne de cezasını çekenler.

Şimdi bunun hesabını kim verecek?

Unutmayalım da ne yapalım?

Bize yapılan haksızlıkları, hissettirilen ağrı ve acıyı, toplumsal olarak maruz kaldıklarımızı, kişisel olarak yaşadıklarımızı...

Kişisel yaşamda aslında unutmadıkların, senin kişisel deneyimindir.Ama inançsal olarak, sınıfsal olarak, etniksel olarak sistematik bir şekilde devlet ve organlarının baskısına maruz kalmışsan, şiddete uğramışsan, faili meçhul cinayetlerle sevdiklerin hayatlarından koparılmışsa, daha öteye gidersek katledilmişsen, unutmazsın.

Bu unutmama hâli, toplumsal belleğin canlı tutulma hâlidir.

Adaleti beklemenin hâlidir.

Adaletin gelmeyeceğini bile bile adalete erişmenin isteğidir.

Kurban psikolojisinden ziyade, bir durumu yani bir gerçekliği üzerinden toplumsal iyileşmek için, devlet tarafından...

Bunları hatırlayarak, hatırlatarak kendimize yaralarımızın sürekli kabuk bağlamasına müsaade mi etmiyoruz?

Etmiyorsak neden etmiyoruz?

Bu katliamı neden sadece Sivas’ta yakınlarını yitirenler ve Aleviler sahipleniyor?

Yıllardır anma etkinlikleri, tiyatrolar, belgeseller, sergiler hazırlanıyor.

En son ise geçen sene Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu öncülüğünde dijital bir müze açıldı: Madımak Hafıza Merkezi.

Merak ediyorum, neden toplumun geniş kesiminde yankı bulmuyor, neden sahiplenilmiyor?

Yıllar geçtikçe yapılan anmalara ya da etkinliklere katılan kişi sayısı da azalıyor.

Devletin yapmak istediği bu zaten: Unutturmak.

Ama biz ise unutmadık, unutturmayacağız diyoruz.

İşte sanırım burada durup düşünmek gerekiyor.

Unutursan hesap soramazsın.

Unutursan, hafızalardan silinir tüm o insanlar ve ödedikleri bedeller.

Kim arar onların hakkını?

Biz üzerimize düşeni yapalım. Bunun ilk adımı ise öncelikli olarak kurban psikolojisinden çıkalım, başımızı dik tutalım. Toplumsal dayanışmayı genişletelim, fark ettiklerimizi paylaşalım. En önemlisi de örgütlenelim.

Devlete, iktidarlara gelince, adaletin yerine gelme ihtimali ancak devletin samimi olması; tüm katliamlarla, faili meçhul cinayetlerle, hukuksuzca cezalandırdığı insanları cezaevlerinden çıkartarak olur.

Ki aslında adalet tüm bunlar yerine getirilse de tam olarak sağlanmaz.

Çünkü yiten canlar yeniden hayata gelmez.

Sevdiklerinin yaşadıkları acılar, psikolojik sorunlar, maddi sıkıntılar, yok sayılma, ötekileştirilme, yaşadıkları travmalar asla tam olarak iyileşemez.

Ama en azından sorumluluk alarak devlet, bundan sonra böylesi – devlet eliyle bizzat ya da dolaylı olarak yapılan – katliamların olmayacağının temelini atmış olur. Devlet ile tekrar vatandaş arasında kırılan, kopan güven bağı inşa edilir.Yok sayılanlar görünür olur ve işte o zaman onarım başlayabilir.

Şimdilik yazının ilk bölümünü Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın Toplumsal Travma tanımıyla burada bırakıyorum:

“Toplumsal travma, belli bir topluluğa yönelik insan eliyle sistematik olarak uygulanan, o topluluğun sosyal, kültürel, psikososyal ve ekonomik yapıtaşlarını sarsan, geçmişini ve geleceğini tahakküm altına almayı amaçlayan müdahalelerin yol açtığı toplumsal sonuçlardır.

Travmatik bir olaya maruz kalmış topluluklar, maddi ve manevi olarak yaralanırlar. Travma görmezden gelindikçe, normalleştirildikçe ve travmaya yol açan sebepler ortadan kalkmadıkça bu yara nesilden nesile aktarılarak büyür.

Toplumun geri kalanı mağdurların yaşadığını bilmedikçe de yaşanan acıları önemsemez ve iktidarın dilini kullanarak, zaten travmatize olmuş grupları kriminalize eder.

Böylelikle toplumsal ve bireysel belleğimize yazılan travma, hakikat ve adalete olan inancımızı ve toplumsal dayanışma ve birlikte yaşama gücümüzü zayıflatır.” artıgerçek

Yorumlar
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *