UCUZ YAŞAMLAR ÜLKESİ

YAYINLAMA: 20 Mart 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 19 Mart 2025 / 15.28

Bir arkadaşım anlattı. Hafta içinde biri 17, diğeri 18 yaşında, temiz giyimli iki genç ofisine gelmişler. Kendilerine uygun, herhangi bir iş olup olmadığını sormuşlar. Arkadaşım da işçi almak değil, işçi çıkarmak zorunda kaldıkları bir ekonomi yaşadıklarından, bunun mümkün olmadığını söylemiş. Gözlerinde gördüğü o çaresizlik ve bezginlik yüzünden de “Siz okula gitmiyor musunuz çocuklar?” diye sormuş. Çocuklar iş aramak zorunda kaldıkları için okula birkaç haftadır gidemediklerini anlatmışlar. Oysa lise son sınıf öğrencileriymiş. Lise mezunu olmalarına sadece iki ay kaldığı için, arkadaşım çocukların mutlaka okula gitmeleri gerektiğini, bu dönemi atlatabilmeleri için, yakın arkadaşlarını arayacağını ve yardım toplayabileceğini anlatmış. Bunun için kaç liraya ihtiyaçları olabileceğini sormuş, çocuklardan çok sıkılarak ve utanarak gelen cevaba çok şaşırmış. Çünkü çocukların ihtiyacı olan sadece beş, altı bin liraymış. Yani istikballeri sadece dört kişilik bir akşam yemeğine ödenecek parayla düze çıkabilecekmiş. Çocuklar, kendileriyle ilgilenebilecek bir grubun olabileceğini duyunca çok mutlu olmuşlar. Arkadaşım lüks restoranlarda bahşiş sayılabilecek küçük bir miktarı çocuklara vermek istemiş ve “İki gün sonra gelin, sizle son durumu konuşalım” demiş. Çocuklar parayı alırken çok utanmışlar. O kadar çekinmişler ki arkadaşım onlara bu parayı verirken, onları incittiği için üzülmüş.

Arkadaşım kendisi gibi duyarlı, özellikle genç kızlara okuma imkanı veren bursları aralarında toparlayan grubuna hemen durumu anlatmış. Yarım saat içinde istenen paranın çok üstünde bir rakam toparlanmış. İçlerinden biri çocukların söylediklerinin kontrol edilmesi gerektiğini, kimseye güvenilmeyen bir ortamda yaşandığını, paranın direkt çocuklara verilmemesi, onların ihtiyaçlarının alınması gerektiğini söylemiş. Arkadaşım okulla irtibata geçmek istemiş fakat elinde bu konuda hiç bilgi yokmuş. İki gün sonra çocuklar gelmişler. Arkadaşım çocuklardan kendilerini biraz daha anlatmalarını istemiş. Aile Adıyamanlıymış. Baba emlakçı imiş, depremden önce evi, arabası varmış. Durumları gayet iyiymiş.6,17 ve 18 yaşlarında üç kardeşlermiş. 

Depremde her şeylerini kaybetmişler ve Gaziantep’e gelmişler. Baba, iki büyük oğlunu, mezun olabilsinler, okulları yarım kalmasın diye, ancak sonradan mahalle yapılan bir köy okulunun lise son sınıfına yazdırabilmiş. Okula yakın olsun diye Konak mahallesinde küçük bir kiralık ev bulmuşlar. Bir süre sonra, burada barınamadıkları ve Adıyaman’da çadır verileceğini duydukları için baba, anne ve 6 yaş kardeş Adıyaman’a dönmüş. Onları hükümet, bugüne kadar oyalayıp, çadırda konaklatmış. Sonunda baba isyan edince, bir ay içinde kesinlikle depremzede evi ayarlayacaklarına söz vermişler. Bu arada baba eşya taşıyarak para kazanmak zorunda kalmış ama düşüp ayağını kırınca işler iyice sarpa sarmış. Çocukların 5000 TL’lik kirasını veremez olmuşlar. Ev sahibi bu aydan itibaren 8000 TL alacağını söyleyince çocuklar okulu bırakıp bir süredir iş aramaya koyulmuşlar. Arkadaşımın ofisine de iş ararken gelmişler. İnternet ve kontör paraları olmadığı için telefonları kapalıymış. 200 TL ve 300 TL olmak üzere telefon borçları varmış. Onu ödeyince telefonlarının açılacağını umuyorlarmış ama uzun süredir telefon borçlarını ödemedikleri için hatlarının iptal olmasından da korkuyorlarmış. İbanları yokmuş. Çok parasız kaldıklarında babaları evin yanındaki bakkalın ibanına biraz harçlık çıkarıyormuş.

İki gün önce aldıkları küçücük parayla ufak tefek bakkal borçlarını ödediklerini, iftarda aldıkları bir paket makarnayla ve biraz çayla çok keyifli bir iftar yaptıklarını söyleyip, arkadaşıma içtenlikle teşekkür etmişler. Arkadaşımın içi paramparça olmuş. 17 yaşındaki çocuk öksürüyormuş. Arkadaşım “Keşke bugün oruç tutmasaydın, ilaç alsaydın, sıcak bir şeyler içseydin.” demiş. Cevap yine yürek parçalayıcıymış:
“Mecburdum”.

Ucuz yaşamlar ülkesinde böyle büyük bir uçurum, bu kadar hayal edilmesi bile güç yaşanan hayatlar onu gerçekten çok üzmüş.

Arkadaşım, lise kayıtlarının iptal edilmemesi için, ertesi gün okula gidip, devamsızlıklarıyla ilgili öğretmenleriyle konuşmayı önermiş. Bir sonraki gün kararlaştırılan yere giden arkadaşım uzun süre çocukları beklemiş. Gelmemişler.

Bu yaşanmış olayı arkadaşlarıma anlattığımda çok farklı yorumlarla karşılaştım. Kimisi çocukların yalan söylediğini, o yüzden gelmediklerini söylediler. Kimisi çocuklardan birinin hasta olması yüzünden gelemediğini düşündü. Bazı arkadaşlarım da çocukların hangi sebeple olursa olsun, zor durumda olduklarına inandıklarını, eğer gelirlerse mutlaka yardım edilmesi gerektiğini söylediler.

Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama ben saniyede 296.000 TL vergi ödediğimiz ülkede bu vergilerin nereye gittiğini anlatmayan bir basiretsiz hükümetle yönetildiğimizi biliyorum. Ucuz ölümler ülkesi, ucuz yaşamlar ülkesi olma yolunda liderliği hiçbir dünya ülkesine bırakmıyor. Yolsuzluk bitmeden yoksulluk bitmeyecek. Yolsuzluğu sıradanlaştıran bir düzende, bu ucube yönetim biçiminden, ahlaki değerlerimiz daha fazla zarar görmeden kurtulmalıyız diye düşünüyorum.

İki depremzede genç çocuğun, eğer yalanları varsa, onları bu yalanlara iten sebeplerde bizim de suçumuz yok mu?

 

UCUZ YAŞAMLAR ÜLKESİ
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *