Dikenli Düz
Çok dikenli bir tarlanın ortasında durmaktayız, ne yana yürüsek, üstümüz başımız dikenlerle kaplanmakta. Hani derler ya, aşağı itsek sakal yukarı üflesek bıyık misali bir yerdeyiz.
Nereye baksak başka bir tehlikenin her an çıkabileceği bir ortamda yaşadığımızı tesbit etmemiz gerekir. Şehit cenazelerinin her geçtiğimiz gün arttığı bir vatan savunmasının yaşandığı günümüz Türkiye’sinde, bir çok konuda maddeten ve manen kaybettiğimizi düşünmekteyim. Hani Amerika’nın büyük Ortadoğu projesini gün be gün işlediği ve Türkiye’ninde içine çekilmeye çalışıltığı bir projeden senelerdir bahsedilmekte.
Bu proje, 1856 yılında Amerika’nın dört zırhlı savaş gemisinin boğazda demir atması ile başlayan ve hala Ortadoğu’ya şekil vermeye çalışılmakta olan proje.
Hatırlarsanız Düyun-u Umumiye’nin de başlangıç tarihi aynı döneme rastlar. Danıştayın da kuruluşu bu tarihi taşımakta. Bunu anlamamak için insanda bir zeka eksikliği olduğunu düşünmekteyim.
İnsanların Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde telef olması, hayatların sönmesi, toplumun yerlerinden olması bile onları pek ilgilendirmemektedir.
Irak Kralı Faysal’ın öldürülmesine , Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın suikasta kurban gitmesine , İran’da 2000 yıllık Muhammed Rıza Şah Pehlevi’nin döneminin sona ermesi için bütün ülkelerdeki dinamikleri değiştirip alt üst eden güçleri yok sayamayız.
Geçtiğimiz 15 senedir pusulası şaşan dış siyasetimizin ne on sene, ne beş sene, ne de birkaç senelik bir rotasının olduğuna inanmamaktayım. Sanki olayların gelişmesini takip edip, vira rota değiştiren tekneler gibi, bir o yana bir bu yana yalpa vurmaktayız. Bir ülkenin iç dinamiklerini değiştirmek istersen muhaliflere el altından destek verirsin. Bunu her ülke yapmakta. Doğru planlanmassa Hindistan’la Pakistan’ın gizli dalaşması gibi , siz de Suriye’deki muhalifleri desteklemek için verdiğiniz silahlar, el değiştirip terör örgütü tarafından size karşı kullanılmasını seyredersiniz.
Terör bayram demez, seyran demez, senin bütün şehirlerinde inlerini kurar. Bilinçaltı yıkanmış intihar elemanı bulmaları çok kolaylaşır. Bunların varlığından haberdar olduğunuzu söylemeniz bile bir densizliktir.
Ülkemde bu konuları dile getiren yüksek profilli gazetecileri, sudan sebeplerden tutuklarsanız, polis devleti yönünden iyi bir adım atmış olursunuz. Avusturya’lı Adolf Hitler’in hayat hikayesini iyi okuyup değerlendirirseniz, sanki bugünlerde ruhunun ülkemde yaşadığına inanasım gelmekte.
Güneydoğu’da bir savaş vermekteyiz, Berlin’de baloya katılan bir Führer’i tiyatro sahnnesinde seyreder gibi hisse kapılmaktayım. Hani her ikisinin bıyıkları bile birbirine benzemeseydi, daha iyi olurdu diye düşünmekteyim. En azından burada ayrışırlar diyeceğim ama, bıyık bile aynı. Sinirlendiği zaman kaşlarının çatılması bari değişik olsa diye düşünmekteyim ama heyhat, yüz ifadeleri de aynı.
Esas içerlediğim konu ise kanıtlanmamış bir asparagas haberle şerefli Türk Subaylarını günlerce, haftalarca, aylarca hatta senelerce hapislere gönderilmesine vesile olmuş bir insanın, ekranlara çıkıp “Ben o davanın savcısıyım” diyen Beştepe’linin kızının nikah davetine gidilmesi, bir komutan olarak silah arkadaşlarına, ikbal adına, ihanet olduğunu düşünmekteyim. Milletin bunca acısı varken, bir çok evde yas tutulurken, nikah kutlamasına katılmak, Güneydoğu’da görev yapması gerekirken insansız hava aracının, Beştepe’linin kişisel gösterilerine alet edilmesini de içime sindirememekteyim.
Benim Mehmetciğim dağlarda canını, evlenecek iki kişi için risk etmemesi gerektiğine gönülden inanmaktayım. Eğer görev yapmak istiyorsa bir komutan, şehit ailelerin evlerine taziyeye gitmende daha hayır vardır diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.