Başkan
Her şehrin bir belediyesi, yani yerel yönetimi vardır. Bu yerel yönetim için bir belediye başkanı seçilir. Bu seçim için o yerde ikamet eden insanlar oy verirler. Yöreyi bilen, o yörede doğmuş, o yörede büyümüş, o yörenin dertlerini bilen insanlar, sorunları özümseyerek çözümler üretmek için bu çok zorlu göreve aday olurlar.
Bütün düşünceleri bu kente, bu yöreye hizmet etmek olur. Bu her zaman böyle mi işler bilmiyorum. Aslında partiler yerel yönetime kendi partisinden olan insanlar arasında, parti içinde temayüz etmiş kişiler listesinden, kimi zaman mağduru yaşamış üyelerin arasından bir aday belirlerler. Bu kişinin geçmişi, yaşam sürecinde neler yaptığı, hangi konuda başarılı veya başarısız olmasına bakılmaksızın, kişileri yörelerin başkanlığı için aday gösterirler.
Seneler önce 1971 senesinde Anthony Quinn’in başrolü oynadığı ‘The Man and the City-Şehir ve Adam” adlı bir film seyretmiştim. Çok duygulandım. Bir belediye başkanının hayatını canlandırmakta idi. Nerede bir problem var, Başkan orada oluyor, her kişinin özel de olsa dertleri ile ilgileniyordu. Geceleri bile durmadan dinlenmeden halkın yaşamı konusunda daha iyi hizmet verebilmek adına varını, yoğunu ortaya koymaktaydı.
Kimi yerde yörede yaşayan insanların acılarını paylaşıyor, kimi yerde sevinçlerine ortak oluyordu. Herkes onunla sohbet etmekten haz almaktaydı. Sokakta halkın arasında, o şehirde yaşamış bir insan olarak, her konuda bilgisi vardı. Bu filmi izlerken çok duygulanmıştım. Bir kaç yerinde bilhassa hastahane sahnesinde gözlerimin nemlendiğini hatırlarım.
Başkan olarak ne şehrin arazilerini parselletip kendine çıkar sağlamak için uğraş verdi, ne de imar durumları konusunda müteahhitlerin projeleri üzerinden şahsi avantaj sağlamıştı. Ne araziler satın alıp, daha sonra bu arazilere imar geçirip, daha sonra parselletmek adına girişimlerde bulunmadı. Ne ruhsat verirken rüşvet aldı, ne şehirdeki arazileri ‘parsel parsel sattı’, ne kendisine oy vermeleri için insanlara aylık maaş ve gıda yardımı yapmadı. Hani bir tabir vardır ya, adam gibi adam. İşte Anthony Quinn böyle dört başı mamur bir Belediye Başkanı rölünü o kadar iyi oynamıştı ki, film bittiğinde yerimden kalkamamıştım. Zaten film de olsa bir belediye başkanının yapması gereken vazifelerini çok güzel özetlemekteydi.
İşte benimde belediye başkanımın böyle olmasını isterdim. Benim yaşadığım şehirde doğmuş, bu şehirde büyümüş, bu şehirde ikamet edip buraya hizmet vermek için çalışması gerekir. Bence hiç bir partiye mensup olmadan bağımsız olarak şehre ve şehirde yaşayan insanlara hizmet vermesi gerekir. Bir örnek; kişi Iğdır’da doğmuş, Erzurum’da büyümüş, gelmiş Istanbul Adalar Belediye Başkanlığı için parti adına aday olmakta.
Bu nasıl bir mantıkdır anlamakta zorluk çekmekteyim. Bunun peşinden belediyede beldenin planlanması için Iğdır’lı tanışlarını önemli görevlere getirerek, yörenin yeniden yapılandırılmasını sağlar. Şehir başka bir görünüme bürünür.
Elimde bir resim var, İstanbul’da Darphane önünde bir grev afişi ve önünde yan yana duran insanlar bulunmakta. Afişte ‘Bu İşyerinde Grev Var’ demekte. Bu afişin önündeki ayakta ve oturarak greve destek veren sendika adamları bulunmakta.
Soldan sağa doğru seçebildiğim kişiler firari Şevket Yılmaz, Recep T. Erdoğan, Kadir Topbaş, İ.Melih Gökçek, ve Mehmet Ali Şahin. Biri Istanbul Belediye Başkanı oldu, diğeri Ankara Belediye Başkanı oldu, diğeri Meclis Başkanı oldu, bir diğeri de milletvekili sürecinde yaptığı densizlikten dolayı yargılanacağını anlayınca ülkeyi terk ederek Almanya’ya sığındı. Hepsi aynı karenin içinde.
Belediye başkanlıkları eğer Anthony Quinn’in yaptığı gibi bir vazife aşkı ile icra edilirse başka, menfaat için örgütlenirse başka olduğuna inanırım diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.